10 Kasım 2009 Salı
Şimdi herşey otomatiğe bağlanmış
İhsan Gedik: Karaköy'den Eminönü yönüne doğru sandalda balık satanların yanına geldim. Samsun'dan arkadaşlarımı gördüm. Hoş geldin dediler, bana balık ısmarladılar. Oradan da sirkeciye geçtim. Bir baktım ki yine bizim arkadaşlar, Otobüslere yolcu taşıyorlar. Onlarla da görüştüm. Sonra tekrar Çifte Havuzlara döndüm. Yaklaşık 10-15 gün dayımın evinde kaldım. Sonra Samsun'a gittim. Samsun'a gittim ama İstanbul hiç aklımdan çıkmıyordu. İstanbul çok hoşuma gitmişti. Fırsatını buldum annemin sandığına anahtar uydurdum. Sandıktan para çaldım kaçtım. Akdeniz gemisi ile İstanbul'a geldim. Eminönü'nde arkadaşları gördüm onlar balık ekmek satıyorlardı. Ertesi gün de Beyoğlu'na çıktım. Tesadüfen emek sinemasının arkasında ki Yeşilçam'a gelmişim. Orada minibüsler sırayla dolup bir yerlere gidiyor. Bir arkadaşımı gördüm yine, ona dedim ki' Bunlar nereye gidiyorlar? Arkadaşım da ''film çekimine gidiyorlar dedi''. Dur, ''dün bir arkadaşımı Memduh Ün kovdu. Prodüksiyona bakan Semih Sezerli gelsin seni kovulan arkadaşın yerine işe alalım'' dedi. Biz çay içe duralım Semih Sezerli geldi. ''Abi hemşerim İhsan Gedik'' diye beni tanıttı. O zamanlar 16 yaşındaydım. Kovulan arkadaşın yerine teknisyen olarak işe başladım.
Yakup Sancı: Oyunculuğa nasıl başladınız?
İhsan Gedik: Erdek de Rahmetli Ayhan Işık ile bir filme başladılar. Ayhan Işık'ı öldürecek iki adam lazımdı. Bende tabi çalışıyorum sette adam gelmeyince Yavuz Selakman'ın yanına biri lazım. Memduh Ün dedi ki' ''bir ceket verin İhsan'a gelmeyen arkadaşın yerine o oynasın''. Badigart rolünü bana verdi. Hemen kendimi o işe adapte ettim. Rahmetli Ayhan ışık'a saldırdık. Kavga yaptık rolümü başardım. Memduh Ün meşhur lafını söyledi ''aferin tokmak''. Bana da o zaman 50 kr verdi. Çok iyi paraydı 50 kr o zaman. Yakut filmin değişmez elemanı olmuştum. Memduh Ün'ün deposu vardı set malzemelerinin olduğu yerde bana da yat kalk burada diye yer gösterdi.
Ayı, Fatma ablayı kıskandı
Başka bir filme başladık. Ayhan Işık ile Fatma Girik dans edecekler... Ayı da ortada reklam dönecekti. Fatma ablanın üstünde bir dekolte kıyafet vardı. Göğüsleri ortadaydı nerdeyse. Ayhan Abi Fatma ablayla dans ederken, ayı Fatma ablayı kıskandı. Ayı geldi Fatma ablayı kucakladı. Fatma abla bağırmaya başladı. Biz ayıyı açmaya çalışıyoruz Fatma abladan, ayı bırakmıyor bir türlü. Ama ablaya zarar vermiyor. Ayhan Işıktan kıskanıyordu sadece. Bu heyecana fazla dayanamadı Fatma abla bayıldı. Ayının sahibi ayırdı sonunda. Hastaneye götürdüler Fatma ablayı, o günümüz öyle macera ile geçti. Hoca repo dedi. Üsküdar da çürük suların köşkü vardı. Yaprak dökümünü çekiyoruz. Hava kapalı su tankerleri geldi. O sahne de yağmur yağdıracağız. Fatma abla evine gidiyor. Tabi ışıklar yapılıyor zaman geçiyor. Tankerler havaya su fışkırtıyor. Yağmur yağıyor. Üstü ıslandı Fatma ablanın tabi. Başka bir sahne için ikinci kostümünü giymesi gerekiyor. Soyunurken ben ceketimi çıkarttım önüne tuttum diğer elbiseyi giysin diye. ''Lan oğlum çekil, boş ver'' dedi. Abla görmesin kimse dedim. Ceketi tuttum giyindi. Abla teşekkür etti. Soyunacak giyinecek yerimiz yoktu ki. Şimdi kapris yapıyor oyuncular. Bizim zamanımızda caddenin ortasında kostüm değiştirirdi bayan oyuncularımız.
Yakup Sancı: Yılmaz Güney'le nasıl çalışmaya başladınız?
İhsan Gedik: 1964 de askere gittim askerliğimi bitirip geldim. 1966 yılında Prodüksiyon amiri Çetin Dağdeviren, Yılmaz Güney ile filme başlayacak gaye film adına, ''İhsan gel seni Yılmaz Güney ile tanıştırayım'' dedi. Elmadağ da Yılmaz Abi ile tanıştık. Evindeyiz. Bende silahlardan biraz anladığım için Yılmaz Abi ''silahları yağla temizle'' dedi. Sonra çay kahve içtik. Dedi ki' ''sen kaç para haftalık alıyorsun?'', "250 lira haftalık alıyorum" dedim. "Sana 500 lira vereceğim". 500 lira büyük para bana biraz garip geldi. Şaşırdım. Dedim ki Abi bana 250 ver 500 istemem. "Tamam o zaman her kamera karşısına çıktığında 50 lira da yevmiye vereceğim" dedi. Anlaştık. Allah rahmet eylesin eli açık adamdı.
Danyal Topatan boğuluyordu
Bir hafta sonra da Polenez köye gittik çekim için. Çekimlere başladık filmdeki oyuncular; Tuncel kurtiz, Tuncer Necmioğlu, İsmet Erten, Adnan Mersinli, Danyal Topatan. Atların üstünde, Yılmaz Güney'in filmdeki köyünü yakıyorlar. Bizimkiler dumanları görünce köye gitmek için atlarla beraber dereye dalıyorlar. Yılmaz Abi Derenin içinde at'ın dizginleri ile kendini dışarıya aldı. Herkes çıktı. Danyal Topatan dalıyor çıkıyor suya. Derenin karşı tarafında Godzilla Selahattin Geçgel vardı. Bu tarafta da ben vardım. Her hangi bir boğulma tehlikesine karşı tetikteyiz. Ben, Danyal Abinin durumunu anlayınca atladım dereye. Yanaştım onu kaldırdım havaya. Ben aşağıda kaldım. Dereden kum aldıkları için balçık olmuş dibi. Ben suya daldım. Selahattin de koştu yardıma Danyal Topatan'ı kurtardık. Yatırdık yere. Ağzından sular fışkırıyor. Yılmaz Abi yetişti. Bugün iş yok, Paydos dedi. Danyal baba kendine geldi bana sarıldı öptü. ''akşam yemeğe gideceğiz'' dedi. Peki dedim. Danyal baba ile bir büyük rakı açtık karşılıklı içtik.
Yoksa silah hırsızı olacaktık
Silahları ben temizlediğim için Yılmaz Abi'nin 14'lüsü bendeydi. Bir evi plato yapmıştık o evde yatıyorduk. Bunu başımın altına alıp yattım. Sabah kalktık silah yok. Ama silah lazım... Abi silah yok dedim. ''Ne oldu?'' dedi. Bilmiyorum Abi gece uyurken silahı almışlar. Yanımda 2-3 arkadaş kalıyordu. Yatanlardan bir tanesi gece uyurken silahı alıyor. Dışarıda tuvaletler vardı. Oraya koyuyor. Bundan bizim haberimiz yok. Otele gittik. Bütün herkesin çantaları valizleri arandı. Yılmaz Abi hepimizi sorguya çekti. O arkadaşı konuşturup silahı çaldığını itiraf ettirdi. Yoksa silah hırsızı olacaktık.
Kadir İnanır oldum
Zaman geçtikçe Cüneyt Arkın ile tanıştık. Kara Murat, Battal Gazi serilerinde çalıştık. Cüneyt Abi'nin her filminde olmaya başladım. Kadir İnanır da filmlerine avantür sahneleri varsa her zaman çağırırdı. Bu filmler halk tarafından çok izlenen filmlerdi. Yüzümüzde böylelikle tanınmış oldu. Kadir inanır ile filmin ismini hatırlayamayacağım. Asmalı Mecit'de bir lokanta, lokantaya girip darmadağın edeceğiz. İbrahim Kurt ve diğer arkadaşlar ile lokantayı geldik. Olay çıkardık. Kadir Abi o zamanlar sinemada yeni. Dedi ki' "İhsan sen, ben ol ben de senin yaptığını yapıyım". Ben tabi 4 kişinin arasında sen şöyle sen böyle her kesin yerini belirledik. Ben Kadir oldum. Kadir de kendini seyrediyor nasıl yapacağını. ''Tamam anladım'' dedi. Geçti ortaya aslanlar gibi oynadı. Bizi dövdü masaları dağıttık ortalığı karıştırdı. İş bitti paydos oldu. Tuttu bana 5000 lira verdi. Gidin benden için dedi. Bende İbrahim Kurt u aldım gittik bir güzel içtik o parayla. Serdar Gökhan filmlerinde oynamaya başladık. O da iyi bir kardeşimiz. Beraberce onunla da kovaladık uzun yıllar. Kara Murat serisini Cüneyt Abi ile çekerken, biz 3 kardeşiz hikaye de Süheyl Egriboz. Kudret Karadağ ve İhsan Gedik' Cüneyt'in köyünü yakıyoruz bu 3 kardeşler. İnsanları öldürüp katliam yapıyoruz. Cüneyt'in kardeşi Yavuz Selakman. Yavuzun karısını öldürüyoruz. Öldürdük atlarla kaçıyoruz. Süheyl ormana daldı. Kudret yolu devam etti. Bende çöle kaçtım. Cüneyt benim peşime düştü. Gelip beni boynumdan tutup attan düşürmesi lazım' Benim bindiğim at Cüneyt'in daha önce bindiği at. Atı durduramıyorum. Cüneyt bağırıyor ''ulan dursana'' at durmuyor. Natuk Baytan bağırıyor ''atı kıs''. Durmuyor bir türlü. Sonra durdurduk neyse. Cüneyt'in sesini aldı at durmadı dedim. Çöl bitti tekrara döndük. Natuk baba dedim bak atın ağzına kanlar içinde. Ata Gerede yaptım durmadı yine de. Tekrar girdik sahneye. Ben atı boş bırakmadım. Dizginleri elimde Yaklaşık 60 metre sonra Cüneyt boynundan tuttu yere düşürdü. Cüneyt Abi de attan düştü ama eyer'e ayağı takılı kaldı. Ben atın kafasına çullandım. Çocuklar kuyruğuna yapışın dedim. Bende kafasında tuttum. Cüneyt Abi atla birlikte yerden atın üstünde iken ayağa kalktı. Çekim bitti. Cüneyt Abi bize 500 lira verdi. O zaman iyi para. Benden yiyin için dedi. Ben de nal kafa Mustafa ile (Mustafa doğan) pasajda kendimize ziyafet verdik.
Yakup Sancı: o yıllarda köylerinden kaçıp artist olmaya gelen genç kızlar oldukça fazlaydı. İlk adres olarak da sinemada tanınan yüzlere geldiler. Size de gelip yardım isteyen olu mu?
İhsan Gedik: Doğru,1968 de Anadolu'dan kızlar kaçıp İstanbul'a geliyordu. Onlara nasihatlerde bulunduk. Otobüslere bindirip memleketlerine gönderdim çoğunu. Burada söz dinlemeyip kalanların çoğu rezil oldu. Harcadı bir çok kızımız meşhur olma uğruna kendilerini. Sinemada tutunması o kadar kolay değil.
Yakup Sancı: Furya da başladı o yıllarda. Sizin dediğiniz gibi söz dinlemeyen kızlar buralarda oynadı sanırım. Siz de oynadınız mı?
İhsan Gedik: 1979 yılında vizyondakiler seks filmleri başladı. 5000 lira alan herkesi çırılçıplak soyundurdular. Bir iki tanesinde iç çamaşırımı çıkarmadan çarşaf altında oynadım. Oynadım çünkü çalışmak zorundaydım. 5.000 bin lira alan bütün arkadaşlarım oynadı. Ben kendime yediremedim. Evdeki eşyalarımı 17.500 liraya sattım memleketim, samsuna gittim. Kardeşimin kapalı mekanı vardı orda kahvehane işlettim. 80 de inkilap olduğunda ben ordaydım. Bu dönemi kahvehane işleterek atlattım.
Yakup Sancı: Kız kaçırma olayınız da bu zamanlarda oldu değil mi?
İhsan Gedik: 80 de komşularım bana bir kız önerdiler istedim vermediler, kaçırdım görmediler. İstanbul'a geldim. Yıldırım nikahı kıyamıyorum, 4 leventte Yıldıray Çınar'ın evine gittim. Sabah saat 10 zile bastım. En üstte 9'uncu katta kalıyordu. Kapıyı açtı asansöre bindik eşim ile yukarı çıktık. ''Hayırdır ihsan'' dedi. Yengen dedim. Evine aldı bizi salona geçtik. ''Ben banyo yapıp çıkacağım siz rahatınıza bakın'' dedi. Dolap viski doluydu. Abi birini açabilir miyim? Dedim. ''Tabi istediğin kadar''dedi. Viskiyi aldım hanımın çantasına koydum. Fatma Girik'in evine gittim. Bir baktım ki iki tane köpek biri kurt biri kangal. Hav huv dediler. Sonra Memduh Abi. (Memduh ün) ''Ne var ihsan'' dedi. Dedim abla ile görüşmek istiyorum. ''Uyuyor'' dedi. Abla da o gece bebek gazinosuna ilk defa çıktı gece 4 de gelmiş. Abi bu iş acil lüften uyandır. Köpekleri içeri aldı. İçeri girdik. Salonda oturuyoruz. Fatma abla uyandı. ''Hayırdır fragman ihsan'' dedi. Abla yengen olur. ''Aaa kızım'' dedi. Abla kaçırdım. Müracaat ettim yıldırım nikahı kıymıyorlar. ''Dur'' dedi Sarıyer kaymakamlığına telefon açtı. Kaymakam gelin dedi. Gittik ablanın arabasıyla kaymakam bize iki Hakim ismi verdi. Yıldırım nikahı kıymak için. Birinciye gittik izindeymiş. Ablaya geldim abla yokmuş o izindeymiş dedim. ''Lan diğerine gitsene''dedi. Diğerine gittim yarın gel dedi. Neyse sonraki gün işimizi hallettik, kağıtları aldım memlekete gönderdim. Samsun'dan evraklar geldi 4 gün sonra da nikah muamelelerini yürütmeye başladık.
Fatma ablaya çok teşekkür ederim
Kaymakamlığa gittik gün verdi bize. Ablayı fazla rahatsız etmeyelim diye. Orhan Gencebay'a gittim. Onun arabasını gelin arabası yapacaktım. Orhan Abi ''bir arabam var o da bana lazım İhsan'' dedi. Tamam Abi dedim. Tekrar ablaya gittim. Abla böyle böyle. ''Lan'' dedi. ''Bu bizim araba, araba değil mi?'' Tamam abla dedim, teşekkür ettim. Ablanın arabasını gelin arabasını yaptık. Abla arabasını süslemiş geldi. Birde minibüs vardı arkadaşlar da bu araçla geldiler nikah'a. Hanımla beraber bindik ablanın arabaya. Kaymakamlığa gittik. Zaman olduğu için Sarıyer de bir çay bahçesinde döner ekmek yedik. 40 kişi kadar vardık. Para verdirmedi bana Fatma abla, hesapları da ödedi. Sonra telli babaya götürdü bizi. Oradan Göztepe'ye getirdi tekrar. Fatma ablaya çok teşekkür ederim. Bana çok yardımcı oldu.
Yakup Sancı: Kaçırdığınız kız şimdiki yenge sanırım. Kaç çocuğunuz var?
İhsan Gedik: Evet, kaçırdığım kız. Samsun da 1981 doğumlu bir oğlum oldu. O dönem Ayhan Işık ölmüştü. Cenazesine geldim. Defnettik. Gelmişken sinemada neler olur bitiyor havayı kokladım. Özen film Natuk Baytan yönetiminde "Toprağın Teri'' filmini çekilecekti. Natuk baba ile görüştüm ''oğlum gel'' dedi. Samsun'a gittim tekrar evimi toparlayıp Üsküdar da ki şimdi oturduğum evime yerleştim. 10 gün sonra da filme başladık. Yine sinemaya adapte oldum. 1984 yılında da kızım dünyaya geldi.
Yakup Sancı: İlk geldiğinizde olduğu gibi o tarihlerde sinemada sürekli çalışacak film çekiliyor muydu?
İhsan Gedik: Çok fazla çekilmiyordu. Geçinecek kadar iş yapamıyordum. Bu nedenle görsel yayınlarının çıkardığı, okul kitapları, ansiklopedi, okul da çocuklara yönelik faydalı kitapların pazarlamasını yaptım. 4 yılda bu kitapları Anadolu da pazarlayarak çocuklarımın eğitimini, evimin giderlerini karşıladım. Gazeteler bu kitapları ilave olarak vermeye başlayınca o iş de bitti. Tekrar sinemaya döndüm. Kah çalıştık kah çalışmadık. İstikrarlı bir çalışmamız olmadı. Sonra Ahmet Şendil ile tanıştım. Evimin giderleri vardı. Evimi geçindirmem gerekiyordu. Elinde iki tiyatro çocuk oyunu vardı. Bu oyunları ilkokullar da oynamak için organizatörlük yaptım.
Yakup Sancı: Sinemamızın en önemli döneminde çalıştınız. O yılların güzellikleri, zorlukları nelerdi?
İhsan Gedik: Halk tarafından tanınıyor olmanın verdiği haz sanırım en güzeliydi. Az çok kazandık, geçimimizi sağladık. Netice itibari ile ben İhsan Gedik olarak 49 senemi Türk sinemasına adamış bir vatandaş, bir sanatçıyım. Bize yapılan haksızlık böyle olmaması gerekirdi.
Yakup Sancı: Nasıl bir haksızlık?
İhsan Gedik: Biz gençliğimizi box office sinema sektöründe harcadık. Ama az ama çok kazandık. Büyüklerinize saygı küçüklerimize sevgi gösterdik bunca yıl. Yeni jenarasyon'un bize daha hassa davranmaları gerekir, bunu bekledik. Biz yoklular içinde sinemayı bir yerlere getirdik. Ama şimdi her şey otomatiğe bağlanmış. Düğmeye basıyor reklam istediğin hareketleri yapıyorsun. O zamanlar böyle bir teknoloji yoktu. Düğmeye basıyorsun dolly kalkıyor 180 derece. Ama biz bu hareketleri tattaravalli ile yapardık. Bizim iktidai yapmış olduğumuz işler var. Kamerayı, kameraman ile tattaravalli'nin önüne koyuyorduk arkadan ip ile aşağı doğru çekerek, Plonje planı hazırlardık. Bu bizim emeklerimiz ile oluyordu. Şimdi bir düğme ile yapıyorlar. O Zamanlar tahta şaryolar vardı. Sabun sürerdik tahta tekerlere tahta üzerinde kaymasını sağlardık.
Yakup Sancı: Kavga sahnelerinde canınızın yandığı olur muydu?
İhsan Gedik: Kavga sahnelerinde kullandığımız sopalar canımızı yakardı. İtalyanlar geldi onlardan bambu ağaçlarını öğrendik. Bu bambu ağaçları ile kavga sahneleri alırdık. Onları her yere vururduk. Surat, Kafa, Popo, Bel... Zarar vermiyordu oyuncuya. Sandalye yi, masa'yı testere ile keserdik. Sadece küçük bir yeri tutardı. Bunu kırılacak şekilde hazırlardık ki düştüğümüzde bize zarar vermeden kırılsın diye. Çoğu zaman da canımız yanardı yine de.
Yakup Sancı: Sizi de sokakta döven oldu mu?
İhsan Gedik: 1972 senesi harpten 3 gün sonra Kıbrıs'a önce vatan adlı film çekmeye gittik. Uğur film. Yönetmen Duygu Sağıroğlu yönetiminde. Proje Memduh Ün... Orada film icabı Eoka Samson'u oynadım. Türklere işkence yapan adam' Filmde Türkleri öldürüyoruz. Kiliselere kadınları sokup iğfal eden bir kumandanı oynuyorum. Bu arada köye baskın yaptık. Fatma Girik'i kaçırdık. Karargah da Fatma Girik'e saldırdık. Bu film tepebaşı yazlık sinemasında oynadı. Bu filmi seyreden bir abla, elbiselerimi temizlikçiye götürürken şemsiyeyi dayadı ''dur'' dedi. Ne oldu abla dedim. ''Sen akşamüstü Fatma Girik'e saldırdın''. Nerde saldırdım abla? ''Filmde'' dedi. Hatırladım neden bahsettiğini abla ben oynadım ama kendimi oynamadım. Bu filmde bir Eoka kumandanı oynadım. Bu kumandan Türklere işkence yapıyordu ben de onu oynadım. Kadın ile bayağı bir konuştuktan sonra ''aa sen iyi çocuğa benziyorsun'' dedi. Konuşa konuşa ablayı ikna ettim.
Yakup Sancı: Peki sette onca kavga sahnesi çekerken gerçek bir yumruk yediniz mi?
İhsan Gedik: Yapımcı Melih Gülgen yönetiminde bir filme başladım. Bu filmde taş ocaklarının patronunu oynuyorum. Taş ocağında işçiler var kamçı vurarak bağırıp çağırarak insanları çalıştırıyorum. Tanju Korel film icabı esirimiz. Ona vurarak taş ocağında çalıştırıyorum. Allah rahmet etsin. Kamçıyı vuruyorum sonra kamçıyı tutuyor kavgaya girişiyoruz. O bana vuruyor ben ona düşüyor kalkıyor kavga sahnesini çekiyoruz. Ayağa kalktım bir tane daha vurdum, sonra da o bana bir yumruk atti. Bu zamana kadar hiç temas yoktu. Yumruğu gözüme yedim. Allahh dedim yere düştüm. ''Af edersin bilerek olmadı'' diye yerden kaldırdı. Yönetmen Melih Gülgen geldi. Beni acilen hastaneye götürdüler. Hastaneden geldim gözüm şişmiş. Fondaten ile tahribatı kapatıp o sahneyi bitirdik.
Yaptığımız iş içimize sinmesi lazımdı
Cüneyt ile insan avcısını çekiyoruz. Firma uğur film... Ben eroin kaçakçısını oynuyorum. Cüneyt polisi oynuyor. Geminin üst güvertede beni sıkıştırıyorlar. Ellerinden kaçıp üst güverteden alt güverteye atlayacağım. Aşağı yaylı yatak koyduk iki tane. Beni yakaladılar ellerimden kurtulup alt güverteye kendimi attım yatağın üstüne düştüm. Yukarı çıktığımda. Rahmetli Natuk Baytan. ''Hadi oğlum bu sahneyi bir daha çekelim'' dedi. Baba dedim. Yüksek atlamayım. ''Atla atla fragmana koyarım'' dedi. Peki dedim. Aynı sahneyi tekrarladık. Aşağı atladığımda dizim burkuldu. Ama hemen kaçmam gerek yataktan. Çünkü peşimden Cüneyt geliyor yoksa üstüme düşecek. Mombar da kavga etmemiz lazım. Ama benim dizim o kadar kötü ki çalışacak halim yok. Baba dedi ki ''sandalyeye otur oradan iki yumruk ye Cüneyt'ten, sahneyi bitirelim''. Baba dedim sahne güzel bu sahneyi böyle öldürmeyelim. ''Oğlum bu gemiye girmek için para veriyoruz bir daha mı gelelim''. Dedi. Geminin sahibi de bizi seyrediyor. Tayfaya dedim bu geminin sahibi kim. Bana orda birini gösterdiler işte bu diye. Baba dedim, ben daha sonra gelmemizi için müsaade isteyeceğim. Gittim ateşin başındaki adama. Bu güzel sahneyi daha sonra çekeceğiz ben sakatlandım deyince kabul etti. Ne zaman isterseniz gelin dedi. Ben de sinemayı çok sevdiğim için sahne karambole gelsin istemiyordum. Sahneyi bir hafta sonra çektik. Ve çok güzel oldu. Geçmişte biz böyle özveri ile çalışırdık. Ben yaptım oldu değil. Yaptığımız iş içimize sinmesi lazımdı. İşimizi severek yaptık.
Yakup Sancı: Şimdi çalışıp da size iş vermeyen yapımcılara, yönetmenlere sitemli misiniz?
İhsan Gedik: Eskiden sesli çekim yoktu suflörümüz vardı. Biz böyle çektik. Sesli çekime alışkın değiliz. Doğruyu konuşmak lazım' Kabahati hep onlar da aramayalım. Bir iki diyalog yapıyoruz. Ama uzun ezber yapamıyoruz. Sesli çekim yapamıyoruz bu nedenle bizi oynatmıyorlar. Ama istendiğinde oynatıyorlar. Mesela. Uğur yücel bir filminde sinemamızın duayenlerinden saygı duyduğum Erol Günaydın Abimize babası rolünü oynattı. Bu filmde Erol Günaydın yatalak bir adamı hiç konuşmayan bir adamı oynadı. Gözleri ile oynadı. Uğur Yücel'i tebrik ederim. Demek ki sinemaya 50 yılını veren bir oyuncuya da istediğinde iş verilebiliyor. Ve bu verilen işi de 50 yılını sektöre vermiş oyuncu oynayabiliyor.
Bizden öğrendikleri sinemayı bizlerden daha iyi biliyormuş gibi bir takım tavırlar sergiliyorlar
Yeni jenarasyona gerek yönetmen gerek oyuncu birçok arkadaşımıza sorduklarında bilgilerimizi deneyimlerimizi paylaştık. Ama maalesef onlar bizim anlattıklarımızı da unutuyor. Bizi dışlıyorlar. Bizden öğrendikleri sinemayı bizlerden daha iyi biliyormuş gibi bir takım tavırlar sergiliyorlar.
Yakup Sancı: Peki siz zamanında birilerine destek oldunuz mu?
İhsan Gedik: Bir çok kişiye destek oldum. Onlara bildiklerimi aktardım. Tüm bunlar unutuldu. Bana saygı ve sevgisinde vefa borcunu ömrüm boyumca ödeyemem diyen bir tek Ökkeş Avgın kardeşim oldu. Avantür kavga, at binme, dublör sahnelerini öğrettim 26 yıldır öğrettiklerimle az çok ekmek yiyor ve bana saygısını sevgisini hürmette kusur etmiyor. Vefalı can dostumun gözlerinden öperim.
Nedense bizleri bir türlü kabullenmiyor yeni sinemacılar
Türk sineması bizi o zaman geçimimizi sağladı. Bir takım jön ve jöndam arkadaşlar edindik ama 3-5 kişinin haricinde bizi anımsayıp vefasını belirten olmadı. Biz yeni jenerasyona her şeyi öğrettik gittiğimiz setler de. Ama maalesef onlar arayıp da bir hal hatır sormuyorlar. Nedense bizleri bir türlü kabullenmiyor yeni sinemacılar.
Yakup Sancı: Birikim yapabildiniz mi? Hayat nasıl devam ediyor?
İhsan Gedik: Sinemanın kriz zamanı geldi. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. 2 çocuğum okuyor. Kızım Adapazarı'nda mimarlık okuyor. Oğlum iki sene Muş da okudu. Bu okuma için samsunda ki evimi sattım. Okulu bitirdi askere gitti geldi. Özel bir şirkette çalışıyor. Hem de açık öğretim okuyor.
Dünden Bugüne İhsan Gedik... Sinemada 48 yıl
Bizim de işlerimiz iyi olmadığı için bir kitap hazırladım. Dünden bugüne İhsan Gedik, Sinemada 48 yıl adı ile çıktı bu kitap. Bu kitap da hayatımızı anlattık. Şimdi bu kitabın dağıtımını yapıyorum. Sinemadan teklif gelmiyor artık. Çıkarmış olduğum kitap da dünya sinema tarihini. Türk sinema tarihini yazdırdım. Ve kendi biyografimi de yazdım. Bu kitabı çıkarmak için sağ olsun Kadir İnanır, Serdar Gökhan destek oldu. Onların yardımları ile meydana geldi. Telefon açıyorum iş adamlarına beni seven dostlara alırız diyene götürüp veriyorum. Yaşamımı bu kitapları satarak sağlıyorum.
15 Ekim 2009 Perşembe
Yeter Artık Güzel Adam Rolü Yok mu?
Yakup Sancı: Dündar aydınlı 1943 yılında İzmir de doğdu. İlk, orta, lise öğrenimini İzmir de bitirdi. 1961 yılında İzmir Atatürk lisesinden mezun oldu. İzmir Efes film şirketinin yapacak olduğu bir kısa film için artist yarışması düzenlenmişti. Aynı yıl bu artist yarışmasına ailesinin de desteği ile katıldi. Yarışmadan dördüncü olarak çıktı. 1961 yılında "Evlat Evlattır" filminde jön ün arkadaşı olarak sinemaya adımını attı.
Dündar Aydınlı: 1956 yılında 22 yaşındaydım. Askerden gelmiştim. İstanbul çocuk tiyatrosunda çalışmaya başladım. Bir teklif geldi bana rahmetli Nurettin Işılay dan. Çok iyi bir tiyatro yönetmeni ve oyuncusuydu. Haftada 3 gün çocuk tiyatrosu yaptım 1965'den 1970'e kadar.
Yakup Sancı: Sizin zamanınız sinemanın altın devriydi diyebilir miyiz?
Dündar Aydınlı: 1965 ile 1974 yılı arası Türk sinemasının en iyi dönemi, en hızlı yılıydı. Bu yıllarda, yılda 300 film çektiğimiz oluyordu. Bizler karakter oyuncusu olarak günde üç ayrı sete gidebiliyorduk. Yarım gün Erman filmde, yarım gün erler filmde, gece akün filmde. Bu şekilde geceli gündüzlü devamlı çalışıyorduk. O yıllarda bölge işletmecilerinin isteğine göre de filmler çekiliyordu. Aklınıza gelebilecek ne kadar star varsa hepsi ile beraber çalıştım bu dönemler. Bu güne dek şunu da diyebilirim ki 1100 filmde çalışmışlığım var. Bunların içinde sinema filmleri, diziler, başka ülkelerle beraber yaptığımız işler de dahil.
Yakup Sancı: Çekimlerine katıldığınız filmlerin adlarını biliyor musunuz?
Dündar Aydınlı: Hepsinin ismini bilsem zaten rekorlar kitabına girerim. Rekortmen sayılabilirim. Benden daha fazla film çeken rahmetli Sami Hazinses vardı. Beni geçen o idi. Şu durumda ben onu geçtim. Hepsinin ismini bilsem zaten rekorlar kitabına girerim. Yekün olarak biliyorum. İsim olarak bilmemiz mümkün de değil. Çünkü biz film çekerken filmin ismi konulmuyordu. Genelde senaryosuz film çekerdik. Bu filmlerin isimleri sonradan konurdu. Hem siyah beyaz filmler döneminde, hem renkli dönemde bu şekildeydi. Mesela Acı filmi. Biz bu filmi çekerken daha ismi cismi belli değildi. Senaryosu yoktu. Peşimden Ağıt ı çektik Ürgüp Göreme de Onun bile ismi yoktu. Çan diye başladık sonra filmin adı Acı oldu. Bunun için çalıştığımız filmlerin isimlerini bilmemiz mümkün değil. Oyuncular birliğine vermiş olduğum bir liste vardı. Bu listede 260 film çıkartabildim. Bu da rekor sayılır.
İmkansızlıklar içinde filmler çektik
O yıllarda çok zor şartlarda çalıştık. Bizim zamanımızda teknik imkansızlıklar vardı. Şaryomuz bile tahtadandı. Tekerleklerinin içine sabun sürerdik kayması için. Şimdi ki bu imkanlar o zamanlar olsaydı daha da güzel filmler çekerdik. O zamanlar nerde? Dollyler, şaryolar. Negatif sorunumuz vardı. Pozitif sorunumuz vardı. Negatif ve pozitif karaborsaydı. Bunlar yurtdışından kaçak geliyordu. Bir kare film yakmayalım diye çalışırdık . Fragmanlar için bile parçalar kullanırdık israf etmeyelim filmi diye. Negatif sorunumuz olduğu için, yönetmenimiz stop dediğinde kameraman arkadaşımız anında keserdi bir kare fazla atlamasın diye. Onun için biz çok imkansızlıklar içinde filmler yaptık.
Bu 50 filmin içinde bir tane emekçi göremedim
1971 de renkli dönem başladı. O zamanlar teknik olarak biraz daha ilerlemeler oldu. Şimdi ki sinema ile ilgisi yoktu tabi ki. Renkli dönemin başlaması ile yine imkansızlıklar vardı. Şimdi ki imkanlar bambaşka ve çok iyi, ama maalesef bu defa da az film çekiliyor. Geçen sene duyduğuma göre 50 tane film çekilmiş. Bu 50 filmin içinde bir tane emekçi göremedim. Maalesef yoklar. Çünkü yeni nesil yönetmenlerimiz bu sinemanın temel taşlarını nedense çağırmıyor. Bir sürü film, dizi yapılıyor hani arkadaşlarımız nerdeler? Emekçi olarak kaç kişi kaldık ki zaten şu sinemada.
Yakup Sancı: Sizce neden çağırmıyorlar?
Dündar Aydınlı: Şimdi ki yapımcı arkadaşlar bizden korkuyorlar mı ne? Aslında biz onlara çok yardımcı oluruz. Bakıyorsunuz sinema filmlerine ya da dizilere adam yumruk atmasını, kafa atmasını bilmiyor. Kafa ve yumruk yemesini bilmiyor. Hangi zaviyeden yiyeceğini bilmiyor. Kavganın ayri bir görselliği vardır. Yumruğu salladığın zaman, yumruk seyircinin yüreğine oturacak. Bunlar bizim jenarasyondan başka Türk sinemasında zaten bir daha yetişmedi. İyi kavga eden, yumruğu yediği zaman uçup taklalar atan, camları kırıp geçen, masaları deviren yeni jenarasyon daha gelmedi. Şu anda ben 66 yaşındayım ama size samimi söylüyorum en kral genç delikanlıdan daha iyi avantür çekerim. Bu yönden de yeni yapımcılara, yönetmenlere yardımcı oluruz. Maalesef yeni oyuncu jenarasyona ben hata bulmuyorum. Bu hata yapımcılarda ve yönetmenlerdedir. Çünkü oyuncu oyuncudur. Ne rol verirsen onu oynar. İyi olup olmadığına yönetmen karar verir.
Yakup Sancı: Sanatçı emekli oldum diye kenara cekilir mi?
Dündar Aydınlı: Biz emekçiler baba, amca, dede oynarız. Mafya babası oynarız. Ölünceye kadar oynarız, oynayacağız da yeter ki bize de iş versinler. Sinemada emekli diye bir şey olmaz. Sanatçı emekli oldum diye bir kenara çekilmez. Eli ayağı tutuncaya kadar çalışır.
Halk sinemanın babalarını, annelerini görmek istiyor
Dernek başkanlarımız TRT'ye kadar gittiler. Neden bu emekçi arkadaşlara, Yeşilçam oyuncularına iş vermiyorsunuz diye. Genel müdür yapım sorumlusunu çağırıyor, yapım sorumlusu da diyor ki yönetmen bana isimi veriyor. Bizde o verilen isimleri çağırmakla mükellefiz. O bakımdan bizim bir suçumuz yok efendim diyor. Bir şey de diyemiyoruz. Ama nereye gitsek sinemanın babaları diyor halk. Halk sinemanın babalarını, annelerini görmek istiyor. Hep bu soru soruluyor. Niçin dizilerde oynamıyorsunuz? Niçin sizi görmüyoruz? halkımıza verecek cevap da bulamıyoruz. Teklif etmiyorlar, oynatmıyorlar diyoruz ne diyelim? Bu defa halk isyan ediyor Olur mu? Nasıl oynatmazlar? Nasıl rol vermezler?
Yakup Sancı: Siz bir çok siyah beyaz filmde de oynadiniz.
Dündar Aydınlı: Evet. Siyah beyaz film olarak 1961 den 1971 e kadar yaklaşık 350 kadar siyah beyaz filmde oynadım. 1971 yılından itibaren renkli filmler başladı. Arşiv yaptım ama bu filmlerin birçoğunu isteyenlere verdim geri gelmedi. Şu an bu filmlerden 40 tane lobi kaldı. Bazen tele vizyondakiler denk geldiği zaman eski nostalji filmlerimi video ya kaydediyorum bu şekilde arşiv yapmaya çalışıyorum.
Yakup Sancı: Seks filmleri çekme furyasına siz katılmadınız.
Dündar Aydınlı: 1974'ten 1980'lere kadar devam etti bu furya. Bana da teklifler geldi. Bizim karakter oyuncularından. Kazım Kartal, Teyfik Şen, rahmetli Cesur Barut, rahmetli Tarık Şimşek, çok arkadaşlarımız seks filmlerinde başrol oynadılar. Ben, gelen hiçbir teklifi kabul etmedim. Bayağı yüksek paralar da teklif ettiler. Öyle olduğu halde ihtiyacımın da olmasına ramen kabul etmedim. Evliydim çocuklarım vardı. Bu filmleri çeken firmalar zaten ikinci, üçüncü sınıf firmalardı. Birinci sınıf firmalar seks filmi çekmedi. Erman film, acar film, akün film, erler film, melek film, dadaş film, o zamanlar sektörün en büyük film şirketleri bunlardı. Bunların hiç biri bu filmleri çekmedi. Bizimkiler de öyle olmaz böyle olur dedi. Daha önce sinemalara İsveç filmleri gelmeye başladı. Sinemalarda İsveç filmleri oynuyordu. Bu filmler daha ziyade eğitime yönelik filmlerdi. Türklerin örf ve adetlerine ters düşen sahneler vardı bu filmlerin içinde. Bizde merak ettik gidip izledik bu filmleri. Nasıl çekmişler diye. Kürtaj yaparken doktor tecavüz ediyor. Başka bir filmde Anne, baba bir de kız çocuğu üçü bir banyoya giriyorlar. Kız çocuğu merak ediyor babasının bilmem nesini soruyor. O da kızlarda bu yoktur erkeklerde olur diyor. Bu sahneler bizim kültürümüze ters düşen sahnelerdi. Bu İsveç filmleri gelince bizim Türk filmleri iş yapamaz oldu. Bizimkilerde öyle olmaz böyle olur dedi. Daha pornografik filmler çekmeye başladı. Bazı filmlerin aralarına bile yeni pornografik sahneler çekilerek montajlar yapıldı. Bu filmler böyle sinemalarda gösterildi. Çok iyi de para kazandılar o dönemde. O aralar hakikaten sıkıntı çektik. Ben bu dönem gazetecilik yaptım. Sinemada çalışmak istesen bile çalışamıyorsun. Film çekilmiyor ki. Ben bunları kınamıyorum. Geçimleri için belki mecbur kaldılar. Rahmetli Tugay Toksöz dönemin jönü, o bile oynadı bu filmlerde. Kendini rezil etti. Yine eski jönlerimizden Tamer Yiğit o da oynadı. Ben bunları kınamıyorum. Geçimleri için belki mecbur kaldılar bilemiyorum. 1980 de ihtilal oldu. O dönemler seks furyası da bitmiş oldu zaten. Sinema normale döndü.
Sinema seks furyası nedeniyle müsterisini kaybetti
Ama sinema bu seks furyası nedeniyle bu süre içinde müşterisini de kaybetmiş oldu. Normal filme bile gitmeye cesaret edemiyordu halk. Acaba arasında montaj yapılmış bir porno sahnesi çıkar mı diye düşünüyordu. Yavaş yavaş sinema izleyicisi sinemalardan uzaklaştı. Bir süre sonra da zaten tamamen kaybetti.
Yakup Sancı: Peki sizce o dönem neler yapılabilinirdi?
Dündar Aydınlı: Bizim eski prodüktörlerimiz, jönlerimiz, jöndamlarımız bir araya gelip çok güzel filmler de yapabilirlerdi. Çok büyük paralar kazanıldı. Bu paraları başka yerlere değil de sinemaya yatirsalardı bugün sinemamız bam başka bir yerde olabilirdi. O dönemler film çeken onlarca firma arasından iki tane firma kaldı. (Erler film) Türker İnanoğlu, Birde rahmetli Ertem Eğilmez in oğlu Ferdi Eğilmez (Arzu film) kaldı. Başka yok. Nerde diğer prodüktörlerimiz? Birçok jön ve jöndamlarımız o dönemler şirket kurdu. Hakan Balamir, Hülya Koçyiğit, Rahmetli Ayhan Işık, Rahmetli Yılmaz Güney, gibi birçok abimizin, ablamızın şirketi vardı. Devam ettirmediler. Devam ettirselerdi Türk sineması bu hale gelmezdi.
Yeni prodüktörler, yeni yapımcılar bu röportajlarımıza kulak versinler
Türk sinemasının emekçilerinin kendilerine ulaşamıyorlarsa derneklerden ulaşsınlar. Sinema oyuncuları derneği Çasot'dan ulaşsınlar. Arayan bulur bizi.
Yakup Sancı: Politika setlerede yansıyor muydu ?
Dündar Aydınlı: Siyasal filmler sinemamızı fazla etkilemedi. Bizde şöyle bir tutkunluk vardı. Sol görüşlü bir yönetmen sağ görüşlü bir oyuncuyu oynatır, sağ görüşlü bir yönetmen de sol görüşlü bir oyuncuyu oynatırdı. Bizim Yeşilçam da bu sağcı bu solcu ayrımı hiçbir zaman yapılmadı. Bu siyasi laflar setlerde kesinlikle mevzu bahis olmazdı. Bizim bir kameraman arkadaşımız vardı derdi ki "Biz ne sağcıyız ne solcuyuz, ne ilimciyiz ne kilimci, biz filmciyiz filmci" herkesin bir idolojisi vardır tabi ki. Ama bu sinema piyasasına yansımazdı, yansıtmadık. Bu politik durumlardan sinemamızın etkilendiğini zannetmiyorum.
Yakup Sancı: "Yeter artık bana güzel adam rolü yok mu" diye isyan etmişsiniz.
Dündar Aydınlı: Çok güzel bir yüzüm var ama 1.100 filmin sadece 150 kadarını iyi karakter olarak oynadım. Bu benim tercihim değildi. Gelen teklifler bu yöndeydi genelde kötü karakteri bu nedenle çok oynadım. Bir oyuncu her rolü oynamalı. Oynamakla mükellefsin ve başarman gerekir. Komedi de oynadım, Polis Şefi de. Erol Taş da kötü adamı oynuyordu ama Erol Abi nin komedi filmleri de var. Öyle bir şey ki Bir filmde oynamışsınız o film güzel iş yapmış, aa Dündar Aydınlı kötü adamı ne güzel oynamış dedikleri zaman bir bakıyorsunuz ki gelen teklifler hep kötü adam, onu oynuyorsunuz yine kötü adam teklifi geliyor. Yeter artık güzel adam rolü yok mu? dediğimiz zaman, abi seni kötü rollerde görmeye alıştık diyorlar.
Yakup Sancı: Bir karakter oyuncusu olarak bir jönle aranizdaki kazanç farkı nasıldı?
Dündar Aydınlı: Sinemanın hızlı döneminde dediğim gibi çok film çekiliyordu yılda 300 film çekiliyordu ama biz karakter oyuncuları jönler gibi büyük para almıyorduk tabi. Diyelim ki jön 10 lira alıyorsa ben 2.5 lira alıyordum. Jön ün aldığının çeyreğini alıyorduk ancak. Karakter oyuncularının avantajı bir günde 3 filde oynama şansının olmasıydı. Jön ün bu imkanı yoktu. Jön, o filme bağlanır film bitmeden bir yere gidemez, başka bir işe başlayamazdı. Bir filmden az kazanıyorduk ama çok çalışarak aynı paraları sonuçta bizde kazanıyorduk.
Yakup Sancı: Sinemada kazanılanla geçim sağlanabilir mi?
Dündar Aydınlı: Ben sinemadan iki evlat büyüttüm. Aslanlar gibi üniversitelerde okuttum. Ikisi de meslek sahibi oldular. O dönemler sinemadan kazanmadım diyen arkadaş için yanlış diyor derim. Oyuncuysa kazanmıştır. Kazanmanın ölçüsü oyuncunun karakterine göre de değişiyor haliyle. Az kazanan arkadaşımız vardır, daha fazla kazanan arkadaşımız vardır. Her meslekte olduğu gibi kazandığını tutabildiysen, ilerisini düşündüysen sorun yaşamazsın. Ama tutmayıp da har vurup harman savurduysan, oraya buraya dalmışsan haliyle elde var sıfır olur.
Sami Hazinses öldükten sonra bankada ne kadar parası çıktı, bunu biliyorlar mı?
Birkaç arkadaşımın röportajlarını okudum. Sinemamızdan bazı arkadaşları kötülüyordu. Diyelim ki Sami Hazinses in kahvede önüne 3 tane zeytin, bir tane soğan, bir parça peynir koyuyorlardı ve bununla röportaj yapıyorlardı. Sami Hazinses bu kadar aç bir insan mıydı? Yanlış, yanlış, yanlış. Sami Hazinsen benden de fazla film çeviren bir insandı. Bin küsür filmi vardı. Bu filmlerden kazandı. Emekliliği de vardı. Her yönden rahattı. Peki Sami Hazinses öldükten sonra bankada ne kadar parası çıktı, bunu biliyorlar mı? Bilmiyorlar. Ben biliyorum rakam vermeyeceğim. SODER. Sinema oyuncuları derneği üyesiydi kendisi. Dernek başkanımız bunu biliyor.
Yadigar Ejder yalnız bir insandı
Yadigar Ejderin taksim parkında öldüğünü yazdılar. Halkta bu yazılanlara inanıyor, bunu böyle zannediyor. Yalan, yalan, yalan, Yadigar Ejder taksim parkında ölmedi. Bu insan içki dahi kullanmazdı. Yalnız bir insandı. Geceleri barları, restorantları dolaşırdı. Bir tanıdığını gördüğü zaman meze yerdi. Yemek yerdi. Ama içki asla içmezdi. Parmak kapı sokağında bir ocak başında yemek yiyor. Tuvalete gittiğinde ayağı kayıyor başı betona çarpıyor. Beyin kanamasından hastanede ölüyor bu adam. Kalktılar taksim parkında öldü diye haber yaptılar. Nereye gitsek halk bize bunu soruyor. Kötü şartlarda mı yaşıyormuşsunuz diyorlar.
Mesut Engin işlerini yarım bırakan bir jöndü
Bir tek eski jönlerden Mesut Engin var. Mesut Engini daha yeni huzur evine kaldırdılar. Sokaklarda sürünüyordu. Alkolik olan bir jön dü. Bu arkadaşımız daha 5.000 liralık bir jön iken ben biliyorum işlerini yarım bırakan bir jöndü. Son filmini beraber yaptık. Alo Polis filmin ismi... O zamanlar Oya Peri ile bir ilgisi vardı. Sabah işe gideceğiz jön yok. İş paydos. Ertesi gün bulunamıyor. Kaldığı otel bilinmiyor. Mesut Engin e benzeyen bir çocuk buldular, onun giysilerini bu çocuğa giydirdiler. Bende kiralık katili oynuyorum bu alo polis filminde. O da Yeşilköy havalimanı baş komiserini oynuyordu. Deniz kenarına dublörünü koyduk uzaktan okudu kamera. Beni de yakın plan aldılar. Çektim silahı baş komiseri öldürdüm. Alo polis filminin jönü Mesut Engin öldü. Senarist iki laf değişikliği yaptı. Falanca baş komiser çok iyi bir insandı. Allah rahmet eylesin. Yazık oldu gibi laflar konuldu onun yerine yeni baş komiser atandı, Salih Kırmızı geldi. Bu iş bu kadar basit, basit değil ama basit işte. Bu hadise Mesut Engin in de Yeşilçam sokağında son günleri oldu. Zaten alkolik bir arkadaştı. İçmeden duramıyordu. Sokaklarda yatacak kadar zor duruma düştü. İyi de bir ailenin çocuğuydu.
Türk sinemasına bu konuda ithamda bulunamazsınız
Bu üç kişinin haberini okudunuz diye, bu üç kişinin yüzünden Türk sinemasını bu şekilde ithamda bulunamazsınız diyorum ben de. Bizim arkadaşlarımız, sinemanın eski oyuncuları o kadar onurlu gururlu kişilerdir ki... Aç kalsalar dahi. Bir kuru ekmeğe muhtaç olsalar dahi bunu samimiyetle söylüyorum onurlarına, gururlarına yedirip de benim karnım aç. Param yok diyemezler.
Hayati Hamzaoğlu tabiî ki varlığını sattı. Kimden para istesin?
Hayati Hamzaoğlu içinde bu tür haberler çıktı. Durumu gayet iyiydi. Kaç tane mekan açtı kapattı. Evi de vardı. Antalya belediyesi birde ev verdi. Son zamanlarda bir amansız hastalığa yakalandı. Tabiî ki varlığını sattı. Kimden para istesin? Emekliliği de vardı ayrıca. 12 sene hastalıkla mücadele etti. Elde bir şey kalmadı. Hastalanana kadar iyi idi. Hastalık nedeniyle sarsıntılar oldu tabi ki. Bu durum herkesin başına gelebilir.
Yakup Sancı: Karakter oyuncusuyla figüran sürekli karıştırılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Dündar Aydınlı: Bazı basın mensubu arkadaşlar dahi yanlış yanlış şeyler yazabiliyor. Mesela bizim gibi karakter oyuncularına figüranlar diye hitapda bulunuyorlar. Halkımızın bazıları bilinçlenmedi diyelim basından duyduğu gibi hitap da bulunuyorlar. Aslında çok yanlış bir şey... Bir tek jön yok sinemada. Jön ün etrafın süsleyen karakter oyuncularıdır. Karakter oyuncusu olmazsa o filmin tadı tuzu olmaz. Film olmaz. Birinci derece rol, ikinci, üçüncü Ondan sonrası figürana girer. Figürasyon diyelim ki bir pavyon sahnesi çekiyoruz. Ya da bir cafe sahnesinde, her hangi bir sahne çekerken fon da oturan kadınlı erkekli kalabalığı teşkil eden kişiler figürasyondur. Figüran denir bunlara. Oyuncu rolünü yapar, etrafta dekor gibi görüntüyü teşkil eden kişilere figüran denir. Bunu bilemeyen, idrak edemeyen çok kişiler var.
Halka söyleyecek bir sözüm yok
Antalya film festivalindeyiz haberlere konu olmak için bize röportaj teklif ettiler tamam yapalım dedik. Ben, Yavuz Karakaş, rahmetli Kudret Karadağ söyleşi yaptık. Gayet güzel reklam haberlere konu olduk. Haber spikeri güzel güzel anlatıyor. Yeşilçam ın karakter oyuncuları Antalya da buluştu. Şöyle güzellikler oldu, böyle oldu anlatıyor. Anlatan da ünlü bir spikerimiz. Spikerin bir suçu yok tabi. Haber yönetmeni nin suçu Bir alt yazı geçiyor. Figüranlar Antalya da buluştu. Her şey berbat oldu. Koskoca bir tele vizyon kanalı karakter oyuncusu ile figüranı bir birinden ayıramıyorsa benim halka söyleyecek bir sözüm yok. Çünkü halk okuduğunu, duyduğunu söylüyor. Basın bunu yaparsa halk da tabi ki bir karakter oyuncusuna figüran der.
30 Eylül 2009 Çarşamba
Dünya alkışladı, biz ceza verdik!
Filmlerimiz sansürleniyordu"Zalim" filmini 2700 metre olarak çektik. Halka gösterilmesi ve yurt dışına çıkması için sansür kurulu tarafından incelenen filmimiz hakkında karar, çıkarmamızı istenilen sahneler -Heper film kurumuna ait ��Zalim�� ya da ��son şahit�� adlı film. 09.08.1973 tarihinde merkez film kontrol komisyonu tarafından görülmüştür. 1- Cezaevinde, Müdürün odasında, Emniyet müdürünün yanında Mustafa ile Cumali�nin konuştuğu sahnelerin tümünün... 2- Mustafa�nın söylediği, Cumali beni kanunun bile öldürmesine müsaade etmez sözünün... 3- Cumali�nin berbere söylediği seni hakim karşısında öldürürüm sözünün... 4- Cumali�nin avukata gidip konuştuğu ve tartakladığı sahnelerin tümünün... 5- Cumali ve Ayşe ye gündüz vakti yol ortasında arabadan ateş edildiği sahnenin... 6- Mustafa�nın karısı Selma�nın Bilal ile seviştiği sahnelerin tümünün. 7- Ayşe�nin Cumali�ye Avukatın trafik kazasında öldüğünü söylediği sahnenin. 8- Mustafa�nın karısına söylediği Orospu sözünün. 9- Mahkeme salonunda bulunan jandarmaların favorilerinin göründüğü sahnelerin çıkarılması şartı ile adı geçen filmin halka gösterilmesinde ve yurt dışına çıkarılmasında bir sakınca olmadığına ekseriyetle karar verilmiştir.Sansürde imzası olanlarSansürde imzası olanlar: İçişleri bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü. Biz yedi bin film çektik diyoruz ya, işte bu şartlarda çektik bu filmleri. Onu kes, bunu sil derken 100 Dakikalık bir film, 1700 metreye düşürdük. Filmi kuş�a çevirdik. Film 20 Dakikaya düşüyor. Emekler, paralar kaybediyoruz. Çekmek istediğimiz filmi çekiyoruz ama halk bu bizim çektiğimiz filmi izlemiyor. Kese kese kuş�a çevriliyordu filmlerimiz. Böyle bir sıkışıklık, böyle bir baskı olur mu? Bu şartlarda nasıl film çekiyorduk anlayın artık. Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk Askerde bir Kayserili çavuşumuz vardı. Bizi gece 2 de 3 de barakanın önüne çıkartıyordu. Hava eksi 28-29. Bizi Sıraya diziyor, "uzatın ellerinizi" diyor uzatıyoruz. Palaskasını çıkartıyor bize ikişer üçer tane vuruyor, �hadi şimdi gidin yatın�� diyordu. Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk. Gel zaman git zaman, her fırtına bir ölü diye bir kovboy filminde çalışıyoruz. Figüran olarak bu çavuşu getirdiler. Görür görmez tanıdım. Yönetmeni çağırdım, bu adamı her gün çağırın yevmiyesi benden dedim. Bizim çavuş her gün geliyor sete. Şimdi bu çavuşa damdan atla diyoruz atlıyor. ��uff şuram kırıldı buram kırıldım�� diyor. Şuradan yuvarlan diyoruz, yuvarlanıyor. Kurşun yedin öl, ölüyor. Attan düş, düşüyor. Adamın kırılmadık kemiğini bırakmadım. 80 kişiydik bölükte o soğukta bizi barakanın önüne çıkaran çavuşa kan kusturdum. Ama çavuş 80 kişinin içinden biri olduğumu hiçbir zaman öğrenemedi. Kültür bakanlığı destek değil, sadaka veriyor! Bu destek falan değil. 100-150 bin dolar... Bu paralara film çekilir mi? Dünyada örneği yok bunun. Nasıl söyleyeyim. Bu sadaka gibi bir şey... Bu parayla insani stüdyonun kapısından kovarlar. Bırakın çekim masraflarını, oyuncu paralarını bile ödeyemezsiniz. Türkiye de bütün sinemalarda satılan her bilette brütten %15.825 alıyorlar. Yani satılan her biletten bu parayı alıyorlar. Filmci filmini çekip sinemaya getirdiğinde kafadan %15 zararla başlıyor işe. Bu toplanan paradan sinemaya yardım yapıyor. Ama nasıl yardım bu? Toplanan paranın ellide biri kadar bir para sinemacıya yardım olarak dönüyor. Sinemacıdan aldığı paranın çok küçük bir kısmını veriyor. Kendinden bir yardım yaptığı yok. Keşke hiç vermeseler de parası olan doğru dürüst film çekse. Geçmişte amerikan sineması da çok zor durumda kalmıştı. Buna hükümetleri bir çare aradı. Ve buldular da. Yapılan filmlerin tüm masraflarını vergiden düştüler. 7 sene müddetle bunu uyguladılar ve çok büyük filmler yaptılar. Steven Spilberg�in çıktığı sene, yangın kulesi, jaws ve bunun gibi çok büyük filmler yapıldı. Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar Bizde de böyle bir sistem uygulamaları lazım... 10-15 bin dolar vererek film yaptırmak aslında kültür bakanlığının sinemayı hiç bilmediğinin yansımasıdır. Bu sadece yardım ediyoruz diye övünmeleri için verilen bir para. Bu kültür bakanlığının büyük bir ayıbıdır. Sinema böyle bir sadaka paraşı gibi para ile yapılan bir iş değildir. Sinema evrensel bir iştir. Sinema büyük bir iletişim aracıdır. Sinema bir milli gelir kaynağıdır. Sinema insanlarda birliktelik yaratan bir iştir. Sinema bütün sanat kollarını kapsamında bulunduran bir sanattır. Sinemayı eğer anlamadılarsa böyle gülünç şeyler yapmasınlar. Ve buradaki insanları gülünç duruma getirmesinler. Kültür bakanlığının verdiği parayla bir filme başlarsan... Verilen para bir film çekmek için yeterli değil. Ee ne yapacak adam birilerinden de para bulacak. Kimine seni artist yapacağım şu kadar para ver der, diğerine seni artist yapacağım bu kadar para ver der ve sonunda dolandırıcı duruma düşersin. İnsanları dolandırıcı yaparlar. Bunlar hoş şeyler değil. Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar. Bu iş para işidir. Bu işten, verdiğinin birkaç çeşidini, birkaç misli fazlasını almak mümkündür. Önce sinemayı öğrensinler. Dünyada bunun örnekleri var. En kötü ülkede bile bir filmin kaç paraya yapıldığı bellidir. Hani bu 200-300 milyon dolar bütçeli filmler den bahsetmek bile mümkün değil, Amerikalı bunu yapmış yapıyor. Bu nedenle de Dünya sinemasında yeri var. Benim çok param gitti, yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim Bizim kuşak Türk parası koruma kanunundan ötürü yurtdışına iki senede bir çıkabiliyordu Türk parası koruma kanunu diyorlar. Her ülkenin parası var bankalar da, bizim ki geçmiyor. Biz bu parayı koruyoruz zaten geçmiyor, neyini koruyoruz? Bu nedenle maalesef filmlerimizi yurt dışında pazarlamayı başaramadık, beceremedik. Yasaklardan dolayı beceremedik. Yoksa pazarlamacı bulur sattırırdık filmlerimizi. Gizli gizli satılan filmlerimizde vardı. Alırdık beş bin, on bin sterlin ve ya on bin dolar. Filmlerimiz evrensel boyutlardaydı. Bizim teknik ve tempomuz iyiydi. Malzememiz yoktu ama buna ragmen iyi işler yapıyorduk. Fakat gel gör ki bizi bürokrasi önledi. Polis önledi. İçimizde nezarete atılmayan, dövülmeyen çok az insan var. Sonra, biz yaşadığımız sürede iki tane de ihtilal geçirdik. Bu ihtilallerde benim 14 tane Yılmaz Güney filmimi alıp yasakladılar. 5 tane Avrupalılarla çektiğim filmi gidip arayıp soramadım. Benim çok param gitti. Yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim. Biz işi çözmüştük işi yapıyorduk. Düşün ki� Erman filmin bir filmini bir Arap aldı İngilizce dublaj yaptı 3-5 milyon dolara sattı. Demek ki filmlerimiz önemliydi. Benim ��rezil�� filmim İspanyolca konuşan bütün ülkelere verildi. Ama ben iki ülke parası aldım. Böyle çok olaylar var tabi. Kimse açıklamıyor. Vergisini vermiyor diye milletin tepesine binerler. Velhasıl evrensel boyutlarda işler yaptık. Bizler güzel sanatlar ürünü üretiyoruz, sanat yapıyoruz Bu işi yapan bizler, ipten saptan kurtulmuş gelmişiz güzel sanatlar ürünü üretiyoruz. Sanat yapıyoruz. Bizden sanatçı olur mu? Dil bilmeyiz, böyle bir kültürümüz yok. Gelmiş yedi bin film çekmişiz. Biz iki kişi geldik Adana dan biri Yılmaz Güney biri ben. Ben fantastik filmler çektim. Yılmaz da avantür filmler çekti çabaladı 15 film yaptı. Dünyaya da damgasını vurdu. İki arkadaş, ikimiz de başardık. Devlet çok zarar verdi bize. Benim trilyonlarım gitti. Yılmaz�ın canı gitti. Ülkesini bu kadar çok seven bir adam ülkesinde ölemedi.
Sinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorumSinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorum. Mümkün değil. Mümkün değil. Anlattığım gibi 10-15 bin dolar ile devlet film yapın diyor. Yardım ediyoruz diyor reklam filmcilere. 150-200 bin dolarlarla da dünya sineması ile yarışamazsınız. Dünya sineması nerde biz nerdeyiz? Kültür bakanlığı bu komik bütçeleri verirken filmlerin kalitesini dikkate almıyor. Senaryoyu okuyorlar mı? Şüpheliyim. Kültür bakanlığı zaten bu parayı verirken teminat istiyor. Ya da bir malın mülkün varsa ipotek istiyor. Verdiği parayı bir şekilde geri alıyor. Şu var, verdiği paradan faiz almıyor tek güzelliği bu. Parayı veriyor filmini yapıyorsun. Yetmediği yerde borç harç bulup çekiyorsun. O parayı geri ödemezsen evini barkını sattırıyor. Film iş yapmazsa yandın. Bizim vizyon kültür bakanlığının yaptığı destek bu. Bu nedenle dünya sinemasıyla yarışamayız. Steven Spielberg�in 20 reklam filmi var, dünya tanıyor, bizim yüzlerce var kimse tanımıyor Steven Spielberg�in 20 filmi var. Dünya tanıyor. Milyar dolar ile oynuyor. Dünyanın en iyi oyuncusu dedikleri Brad Pitt �in 20 filmi var. Dünya tanıyor, milyar dolar ile oynuyor. Bizim Yeşilçam da hiç box office yapmadım diyen adamın 300-400 filmi var. Kimse tanımıyor, paraları da yok. Yurtdışında benim 400 filmim var dersen parayı nereye koyuyorsun? Hangar tuttun mu? Derler. Bizde Uğraşıp bir filmi çekersiniz, sonra bir polis gelir şunları verin bakalım der alır gider. Seni nezarete alırlar, oradan mahkemeye. Vatan haini sayarlar, vatandaşlıktan çıkartırlar.
Dünya alkışladı, biz ceza verdik! Cannes'de 50. yılında bütün dünya Starları orada festival sarayında Şerif Gören sahneye çıktı. Dünya Starları onu 15 dakika alkışladı. Peki biz ne yaptık? Bu adamı aldık, dövdük, karakola tıktık, elektrik verdik. Niye? Film çevirdin diye. Böyle bir şey olamaz, ama oluyor, oldu. Bu örneklerden bir tanesi� Buna benzer bir sürü var. Farkında değiliz ne çektiğimizinBizim yıllardır sinemada işlediğimiz iki düşman var zaten. Bunların biri Yunanlar, biri Bulgarlar. Her milli mücadele de bunları gösterdik, bunlar kötüdür dedik. "Tolga"yı çektim İran�a sattım. İranlı altı ay sonra geldi. Biz bilmiyoruz tabi kostümcü getiriyor bizde giydiriyoruz. Düşmanı oynayan oyuncuların hepsinin boyunlarında haç var. "Niye bu haçları koydunuz, hep öldürülenler haçlı" dedi. "Bizde bir sürü Ermeni var, sinemamız ırkçılığı işledi mi?" diye soranlara yanıtım farkında değiliz ne çektiğimizin. Çekmişiz ama bizim haberimiz yok. Adam kendini kötüleyen bir filme gider mi? Daha bunu anlayamamışız. Kostümcü de anlamamış, yönetmenimizde. Yıllardır sinemamızda bu ülkeler ile düşman olduğumuzu işleyip insanlarımızı da buna inandırmışız. Cahilliği daha uygun görmüşüz bizAnlatılacak çok şey var. Ömrümüz yetmez buna. Bu ülke çok talihsiz bir ülke... Daha geçmişe dönüp bakarsak, Anadolu kültürü, Anadolu düşünürü dünya da yoktu. Düşün ki� Fırat kenarında yaşayan Sümerliler ilk okuma yazmayı bulanlar tekerleği bulanlar. Toprak sulamayı bulanlar. Dünyaya insan ihraç edenler. Bilim ihraç edenler. Anadolu da hala kalıntıları var. Sivas da, Konya da halen medreseler var. Hepsi astroloji öğrenimi gören çocuklar. Çocuklar okusun diye onlara yiyecek, yatacak yer verdikten sonra aylık verirlermiş. Yani bilime bu kadar önem verirlermiş. Anadolu bilimi dünya da meşhurmuş. Bunu öldürmüşüz. Cahilliği daha uygun görmüşüz biz. Dini, insanları zehirleyecek şekilde anormal arttırmışız, dopinglemişiz nedense. Bilim gerilemiş, gerilemiş sıfıra düşmüş. Bu hale gelmişiz. Size bir kaç anımı anlatayım. Bir kısa filmde çalışıyorum düşman kotrasıyla, kızlarla sevişerek, yiyerek, içerek denizde ilerliyor. Beni de yakaladılar. Ellerimden kendir ile bağlayıp suya attılar. Kotranın arkasına bağladılar. Ben kotranın arkasında sürüklüyorlardı. Hava serin kotrayı da hızlı kullanıyorlar. Su kurşun gibi değiyor yüzüme. Arada bir zıplıyor nefes alıyorum. Sahne bitti fakat beni denizde unuttular. Detay çekiyorlar kuş, dalgaydı, denizdi derken çok sonra filmin kameramanı Ali Yaver, İrfan Bey nerde? Demiş beni aramaya başlamışlar. Sonra hala su da olduğumu fark ediyorlar. Sudan çekip çıkardıklarında mos mor esilmişim. Ölmek üzereymişim. Beni kamaraya götürmüşler iki tane kadını anadan doğma soymuşlar, beni de soymuşlar. Kadınlar bana sıkı sıkı sarılmış, kadınların vücut ısıları ile kendime geldim. Hayata döndüm.
Tren'in damı delindi Fantastik filmler çekerken her sahnesinde ölümle burun buruna geliyorduk. Düşman tren ile kaçıyor, benimde onları yakalamam lazım. Köprüden giden trenin üstüne atlayacağım. Trenin üstünden kayarak pencereden içeri girip düşmanı yakalayacağım. Geldik köprünün başına. Tren de karşıdan geliyor� Çok fazla kişi var sette halk o zamanlar meraklı sinema seyretmeye çekimleri izliyorlar. Tren geliyor. Trene baktım, baktım, baktım, gözüm kesmedi. Tren geldi geçti gitti. Yönetmen geldi. ��İrfan abi niye atlamadın?�� dedi. Nasıl atlayım? Ya vagonların arasına düşer ölürsem���sana bir şey olmaz abi�� dedi. Peki olmazsa olmaz dedim. Başka tren geliyor karşıdan, artık utanma belasına mecburen atladım. Atladım ama trenin damı delindi. Trenin içine girdim. Pencereden falan kaymaya gerek kalmadı. Kestirmeden trene girmiş oldum. Aslında çinko trenin üstü. Her tarafımı keser biçer ama benim şansımdan hiçbir yerim yaralanmadı.
Ayağım dört yerden kırıldıSultanahmet ceza evinde çalışıyoruz. Cezaevinden kaçacağım. Jandarmaları aştım yüksek bir yerden aşağı atlayacağım padişahın mahkumları setrettiği yerden. Geldim jandarmaları aştım baktım ki branda da bir oluk var. Anladım ki� Bunlar brandayı doğru dürüst tutmamışlar. İndim aşağı bakın benim atlayacağım yer altı metre. Yerler mermer düşersem ölürüm, şunu doğru dürüst tutun dedim. Merak etme İrfan Abi bilmem ne. İyi dedim çıktım kuleden atladım. Herkes birbirine bırakmış brandayı tutan yok. Düştüm mermerin üstüne. Ayağım dört yerden kırıldı. Üç ay sırt üstü yattım. Sana toptan bir şey söyleyeyim. Oyuncu olarak başka firmalarla kırkın üstünde işte çalışmışım. Hiç kimse sigortamı yapmamış. Bu işin tazminatı yok, sigortası yok. Hiçbir şey yok. Salla parti çalışmışız. Kimse de sormamış. Sigorta diye bir kültür yoktu. Sigorta isteyeni işten kovarlardı. Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedirBir insanın çalışamayacağı zamanlar vardır. Yaşlılık zamanı. İşsizlik zamanı. Gençliğinde yıllar boyu çalışmış sonra iş bulamamış insanlarımız var. Zaman zaman televizyonlarda vizyondakiler parasızlıktan ağlayanları görüyoruz. Sadece televizyonlarda değil, sokağa çıktığınızda çok daha fazlası var. Bu insanların birçoğu parasızlıktan ağlıyor ama asıl sorun işsizlik. Belli kurumlar var bu kurumlar gerekeni yapmalı. Mutlaka yapılmalı. Büyük ülke böyle olunur. Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedir. Bu ülkenin utancıdır Biz zamanında bu yedi bin filmi böyle değirmen denilen şeylerle küçücük bir vizör den çektik. Seyretsinler utansınlar. Bu insanlar eğer bakımevlerinde ölüyorlarsa bu, bu ülkenin ayıbıdır. Bu ülkenin utancıdır. Daha açık konuşuyum. Bunların terbiyesizliğidir. Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Televizyonlarda fragman gösterilen filmlerde bizim telif hakkımız var. Bunun kanunu var, yasası var. Ne olmuş? Efendim burada bu işleri takip eden bir kurum oluşturulmamış diye kimse bize beş kuruş ödemiyor. Bütün bu televizyonlarda filmler oynuyor yıllardır kimse para alamıyor. Bizim yasanın içinden çıkan müzik kanununda trilyonlar kazanıyor müzikçiler. Sinemacılar beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığı dediğimiz insanlar bunu organize etmeli. Buradakiler belli ki yapamamış, yapamıyor. Bunu, onların gelip, hatta bir iki temsilci ile işi bitirene kadar çalışmaları lazım. O zaman bu bakım evlerinde ölenler, yaşayanlar hiç şikayet etmezler. Oradan üç beş kuruş gelir onlar da yaşarlar. Ama bunu önce devlet gelip yapacak. Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Buradaki adama ��siz örgütlenin yer tutun, masa kurun bilmem ne yapın��. Deniyor. Olmuyor, yapamıyorlar, yapamıyoruz. Gönder iki tane adam yapsın, bitirsin, başlatsın gitsin. Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksinGörevin bu senin� Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Yıllardır yiyorlar. Yerel televizyonlarda dahil iki yüz elli, üç yüz televizyonda bu filmler dönüyor kimse beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığının vasfı nedir? Eğer sanatçısına sahip çıkamıyorsa, sanatçısının hakkını alamıyorsa, sanatçısının hakkını verdirtmiyorsa kültür bakanlığı o zaman olmasın daha iyi. Sinemacı için ha var, ha yok. Sinema evrensel bilinçtir. Yıllardır sinemada çalışmış olan sanatçını koru, sanatçının hakkını al. Verilmesine ön ayak ol, yardımcı ol.
8 Eylül 2009 Salı
Serdar Gökhan'la
Serdar Gökhan: Filmlerimin büyük bir çoğunluğunu fiziki yapıma uygun olarak Tarihi ve avantür filmleri olarak gerçekleştirdim. 1976 yılında film sektöründe seks furyası başlaması üzerine evlenerek bu tür filmlerden uzak kaldım. Seçici davranarak az ve öz film yaptım. 1979 yılında ‘’İSTANBUL VİDEO’’ adı altında bir şirket kurarak uzun yıllar videoculuk yaptım.
1992 yılında Amerikanın Chicago kentine gittim. Orada sinema sektörünü yakından inceleme fırsatı buldum. Türkün sesini duyurabilmek için’’Chicago Turkish Radio’’ adı altında İstiklal marşımızla başlayan tamamıyla Türkçe yayın yapan bir radyo kanalı, Şehrin merkezinde Dry Cleaner ve ürettiğim yağlı boya tabloları pazarladığım bir resim galerisi açtım. 1999 yılında vatan hasretiyle ülkeme döndüm.
2004 yılında ikinci evliliğimi yaptım. Adını Alperen Serdar Gökhan koyduğum bir erkek evladı sahibi olarak 57 yaşında ilk defa babalık duygusunu tattım. Şu ana kadar 11 Televizyon dizisinde oynadım. Halen de sanatımı icra etmekte, film projesi araştırmaları ve senaryo yazımı çalışmaları yapmaktayım.
Yasa: Çizgi-roman ressamlığı yaptığınızı duymuştum. Çizgi-roman 60 lı 70 li yıllarda çok popülerdi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Bizim zamanımızda İstanbul Bab-ı Alî dediğimiz şimdiki Cağaloğlu - Nuruosmaniye denilen semt gazetelerin, mecmuaların, kitap evlerinin, tabelâcıların ve ressamların merkezi olan ünlü bir yerdi. Ben de bu ünlü yerde üç yıl tabelâ ressamlığı, dört yıl da çizgi çocuk romanları ressamlığı yaptım.
1960 yıllar vizyon teknolojinin olmadığı her şeyin elle yapıldığı dönemlerdi. Hazırladığımız her boyuttaki tahta çerçevelere yarım mm kalınlığında saç plâkalar çakar, üzerini fırça ile sürdüğümüz yağlı boya ile kaplardık. Sonrada rengarenk boyalarla yazılar yazar, amacına uygun resimler yapardık.
Doktor ve Avukat tabelâları camdan yapılırdı. Belli ölçülerde kesilen cama arka tarafından ters olarak doktor veya avukat isimleri dişi olarak yazılır sonrada bu harf boşluklarını altın varakla doldurarak tabelâyı ortaya çıkarmış olurduk. Çocuk çizgi romanlarını ise aydınger kâğıdına sayfa sayfa çizerdik. Sonra çizilen bu sayfalardan kurşun kalıplar çıkarılır baskıya giderdi.
O zamanlar şimdiki teknoloji yoktu ama her şeyin elle yapılmasının insana onur veren bir emeği ve mutluluğu vardı.
Alın yazısı: 1989 yapımı Cüneyt Arkın'la beraber başrolünü paylaştığı ' Av ' İsimli filmden sonra neden bir yapımda daha beraber olmadılar. Cüneyt Arkın'a kırgın mısınız?
Serdar Gökhan: Cüneyt beyle herhangi bir kırgınlığım yok. Sadece Av filminden sonra birlikte oynayabileceğimiz bir proje çıkmadı önümüze.
Ökkeş avgın: Dönem filmlerinde mi yoksa günümüz filmlerinde mi çalışmak daha keyifliydi?
Serdar Gökhan: Dönem filmlerinde oynamanın, günümüz filmlerinde oynamaktan daha keyifli ve daha ciddi olduğunu söyleyebilirim. Dönem filmlerinde kimliğine büründüğünüz tarihi şahsiyeti canlandırırken duyulan heyecan ve hata kabûl etmeyen sorumluluk duygusu kelimelerle ifade edilemeyen bir haz verir insana.
Sungurbey: Bir partiden milletvekili adayı oldunuz. Neden 1.2. sıradan değil de 4.5. sıradan aday oldunuz? Parti hayran kitlenize mi çok güvenmişti?
Serdar Gökhan: Milletvekilliği adaylığım sırasında beklentim 1 veya en fazla 2. sıraydı. Partinin genel başkanıyla yaptığım görüşmelerde bu doğrultudaydı. Adaylık sıralaması açıklandığında 5. sırada olduğumu görünce şoke oldum. Hemen adaylıktan çekilmek istedim. Araya giren dost ve arkadaş çevremin ısrarlı ricalarıyla “ Haydi mertlik bende kalsın. ” diyerek geri çekilmedim. Bunu onur meselesi yaparak çok büyük bir özveriyle seçim çalışmaları yaptım. Ama nasip değilmiş, kazanamadım. Sizinde tespit ettiğiniz gibi parti, hayran kitleme güvenerek beni lokomotif kullandı ve benimle beraber önümdeki dört kişinin de vekil seçileceği hesabını yaptı ama hesaplar tutmadı. Eğer bağımsız aday olarak seçimlere katılsaydım bu gün mecliste olurdum inancındayım.
Securitymen: Bildiğimiz kadarıyla Yeşilçam’ın genel eğilimine ters bir siyasal görüşe sahipsiniz. Bu durum Yeşilçam da sizin için bir dezavantaj oluşturdu mu?
Serdar Gökhan: Türk sinemasının hiç bir zaman belli bir görüşün veya belli bir eğilimin inhisarında olduğunu düşünmedim. Her sanatçı, görüşü ne olursa olsun sanatını icra etmekle yükümlüdür. Sanata reklam siyaset bulaştırılmaz. Zira sanatçı her kesimin sanatçısıdır. Eğer belli bir kesim kendi ideolojisini Yeşilçam la özdeşleştiriyor, gece barlarda sabaha kadar kadeh tokuşturarak kendilerini sinema’nın sahibi gibi görüyorlarsa yanılıyorlar demektir. Zira sinema o meslekten ekmek yiyen prodüktöründen set işçisine kadar herkesindir. Sinema sanatının sanat için, sinemamıza uluslararası etkin bir nitelik kazandırılması için yapılması tarafındanım. Belli ideolojileri empoze etmek amacıyla kullanılmasına karşıyım. Ben 45 yıldır bu mesleğin içindeyim. İnsanların görüş ve düşünce hürriyetlerine her zaman saygı duydum. Herkesin de benim görüş ve düşünce hürriyetime saygı duymasını isterim. Bu görüş farklılığını bir dezavantaj olarak hiçbir zaman görmedim. Ama görenler varsa onu bilemem.
Yakup Sancı: Sinemamız dünya sineması ile rekabet edebilir mi? Teknik, senaryo, oyuncu, yönetmen, ve maddi olarak bu gücümüz var mı?
Serdar Gökhan: Kendini ayakta tutmaya çalışan, Bir Türk Filmi karakterini özümsemeyen sinemamızın Dünya sinemasıyla rekabet edebilmesi mümkün olabilir mi ? Tekniğimiz, senaryolarımız, oyuncularımız, yönetmenlerimiz her ne kadar yetersiz olsalar da bunlar olgun hale getirilebilir. Bunun için gerekli olan tek şey para. Sinema demek görsellik demek, görsellik demek para demektir. Para olmadan sinema yapılamaz. Maalesef sinemamızın bu gücü de yok.
Yakup Sancı: Günümüz hükümeti sinemamızı dünyaya yeteri kadar anlatabiliyor mu?
Serdar Gökhan: Bu sorunuzu sadece bu günkü hükümetle özdeşleştirmek biraz haksızlık olur. Bu güne kadar geçmiş hükümetlerin hangisi sinemaya gereken önemi verip sahip çıktılar ki ?..
Yakup Sancı: Kültür bakanlığının bazı projelere verdiği destek yeterli mi? Sinemamızı dünyaya daha iyi anlatılması için neler yapılmalı?
Serdar Gökhan: Devletin Kültür bakanlığımıza sinema için ayırdığı fon yetersiz. Kültür bakanlığı ayrılan bu kısıtlı fonla sinema projelerine küçük denebilecek katkılarla destek vermeye çalışıyor. Bu yüzden de dünya sinemalarıyla boy ölçüşebilecek maliyeti yüksek projeler üretilemiyor. Türk sineması kurulduğu günden bu güne kadar hep ekonomik sorunlarla uğraşmış bu yüzdende Türk sinema sanayi bir türlü kurulamamıştır. Yapılan filmler kişisel gayretler ve büyük özverilerle ortaya çıkarılmıştır. Türk sinemasını dünyaya tanıtabilmek için devlet desteğini tam vermeli, Bir sinema kanunu çıkarılmalı, büyük iş adamlarını bu mesleğin bünyesine girmeye, film yapmaya teşvik etmeli ve Türk sineması ülkeye kazanç sağlayan bir sanayi haline getirilmelidir.
Yakup Sancı: Kültür bakanlığı bazı projelere para vererek destekliyor. Sizce, bu desteklemede filmin kalitesi ne kadar dikkate alınıyor?
Serdar Gökhan: Kültür bakanlığımız bazı projelere karınca kararınca da olsa iyi niyetle destek vermeye çalışıyor. Lâkin her destek verdiği proje sahibi kültür bakanlığımız gibi iyi niyetli çıkmıyor. Proje maliyetini yüksek göstererek sırf kültür bakanlığından aldığı destek parasıyla cebinden beş kuruş harcamadan filmi bitirenler maalesef çoğunlukta. Bu yüzden Kültür bakanlığı destek verdiği film’in başlangıcından bitimine kadar takipçisi durumunda olmak zorunda ama bu yapılmıyor. Bu takip yapılmayınca da iyi bir film yapmayı geçekten arzu eden yapımcılar mağduriyete uğruyor hakkı olan alacağı destek, başkalarının kötü emelleri uğruna heba edilmiş oluyor.
Yakup Sancı: Sinemacıların, telif hakları yasası ile alakalı neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Sinema sektörü olan dünyanın hiçbir ülkesinde bizimki kadar haksız, manâsız, ön yargılı ve yapımcıya dönük tek taraflı bir telif kanununun olduğunu zannetmiyorum. Bir filmin yapımında karakterleri canlandıran oyuncular olmasa o film yapılabilir mi ?.. Tabi ki yapılamaz. O halde filmin yapımcısı yasayla korunduğu kadar oyuncularının da korunması gerekmez mi ?.. Bizler yıllardır sanat adına topluma hizmet ediyor ve bir yerde amme görevi yerine getiriyoruz. O halde bizim de haklarımızın korunması en doğal hakkımız. Ama telif eserleri kanunumuzda sanatçıları direkt olarak koruyan bir madde yok. Yıllardır yaptığımız filmler televizyonlarda defalarca oynadığı halde bizlere tek bir kuruş ödenmiyor. Para tamamıyla filmi elinde bulunduranlara gidiyor. Yapımcı adına haksız bir kazanç elde ediyorlar. Yapımcı adına diyorum zira piyasada kanaldan kanala dolaşan binlerce filmin büyük bir çoğunluğunun gerçek sahipleri bu gün filmi elinde bulunduranlar değil. Türk sinemasının darboğaza düştüğü 80 li yılların başında zor durumda kalan bazı yapımcılar ellerindeki filmleri box office satmak zorunda kaldılar. Bazı parası olan açıkgözlerde bu filmleri çok düşük fiyatlarla topladılar. Bu günde bu filmleri kanallara satarak veya kiraya vererek para kazanmaktadırlar. Hem de o filmlere emeği geçenlere beş kuruş ödemeden…
Hükümetin telif eserleri kanununu yeniden eline alıp adil bir şekilde yeniden düzenlemesini, işçi statüsünde emekli olup 550 – 600 T.L emekli maaşı alan sanatçılar olarak hiç olmazsa telif haklarımızın korunmasını, AB ye uyum sağlamaya çalışan bir hükümet olarak sanatçıların durumlarını da göz önünde bulundurmalarını ve sanatçılarına sahip çıkmalarını bekliyoruz.
Yakup Sancı: Kendi filmlerinizi izlerken, bu sahnede şöyle oynasaydım daha iyi olurdu, dediğiniz oluyor mu?
Serdar Gökhan: Tabi ki oluyor. Ben kendi vizyondakiler seyrederken hep kendimi eleştirir, şu sahnede keşke şöyle oynasaydım diye pişmanlık duyarım.
Yakup Sancı: Bir gün sinemamızın dünya sinemasına damgasını vuracağına inanıyor musunuz?
Serdar Gökhan: İnanmıyorum.
Yakup Sancı: Serdar Gökhan ne tür filmler izler?
Serdar Gökhan: Cıvık komedi, seks içeren ve ağır aşk filmlerinin haricinde her türlü filmi izlerim. Belgesel, Gerilim ve tarihi filmler diğerlerine göre daha ağırlık kazanır.
Ahmet45: Dünyaya bir daha gelseydiniz yine oyuncu mu olmak isterdiniz?
Serdar Gökhan: İsterdim ama sanatçısına değer veren, sanatçısına sahip çıkan ve sanatçı haklarını koruyan başka bir ülkede…
Süperhero: Yeni dönemde, içinde olacağınız bir proje var mı?
Serdar Gökhan: Yıllardır kendi hazırladığım ve senaryolarını kendi yazdığım projelerim var. Yüksek maliyetli bu projelerimi hayata geçirebilmek için gerekli finans kaynaklarını oluşturmaya çalışıyorum.
Leventtamer: sinema dışında bir işle uğraşıyor musunuz?
Serdar Gökhan: Hayır.
Kaya Erdaş: 1972 model Mustang arabanız vardı. Hala duruyor mu?
Serdar Gökhan: 1972 değil 1969 model kırmızı bir Ford Mustang’ dı. Hayır durmuyor. 1976 senesinde sattım.
Serdar Gökhan’a TEŞEKKÜRLER.
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Kamera karşısında ömrümüz uzar
Ali Güney: Kabul ettim. Çünkü çalışmak zorundaydım. Kavgacı olarak, dublör olarak çok filmde oynadım.
Yakup Sancı: Yaklaşık 400 civarında farklı video filmde oynadınız. Görünüşünüz gereği size en uygun tip olarak kötü adam rolü düştü. Bu filmler de hep kötü adamı oynadınız Üzerine yapışmış bir etiket oldu değil mi?
Ali Güney: Görüntü olarak öyle düşünüyorlar. Ama benim hayatımda hiç kötü alışkanlığım olmadı. İşimiz gereği filmlerde kötü adam olduk. Halkta bizi öyle izledi. Ama özümüzde duygusal, duyarlı insanlarız.
Yakup Sancı: Halk tarafından bilinen en meşhur hikaye, Erol Taş’ın kötü adamı oynadığı için dövülmesi. Kötü adamı oynayan oyuncuların kaderi sanırım. Sizi sokakta kim dövdü?
Ali Güney: Buna benzer çok anılarımız var. En son olay; Üvey baba dizisinde bir kıza rolüm gereği eziyet ettim. Pazar yerinde bir kadın beni dövdü. O çocuğa niye eziyet ediyorsun diye. Pazarcılar karşı çıkıp, o kötü adam değil, aksine dünyanın en iyi adamlarından biridir diye beni savundular. Ama ben dayağı yedim. İyi oynamışız demek ki. Bu anımı da hayatım boyunca unutmadım, unutamam.
Yakup Sancı: Ali Abi, tanıdığım, konuştuğum birçok Yeşilçam vizyon oyuncusu seks furyası başladığında sinemadan uzaklaşıp farklı işlerle ilgilenmişler. Siz bu dönem ne yaptınız?
Ali Güney: Seks furyası başladığında sinemadan uzak durdum. Zerrin Egeliler'le oynamam için teklifler alsam da hayır ben yokum dedim. Sinemayı bırakıp İzmir’e gittim. Telgraf ve yeni asır gazetelerine fotoroman çektim o dönem. Furya bitince 78-79 yıllarında İstanbul’a dönerek sinemaya kaldığım yerden devam ettim.
Yakup Sancı: Bildiğim kadarıyla yıllardır tiyatro yapıyorsunuz. Tiyatro hayatınız nasıl başladı?
Ali Güney: 90 lı yıllarda beni sanatçı olmamdan dolayı tiyatroya davet ettiler. Aslında tiyatrocu değildim. Hayırsız Evlat, İstanbul Paris, oyunlarını oynayarak tiyatroya da merhaba dedim. Sinemada tanınmam, aşırı alkış almam ve sevilmem, oyuncu arkadaşlar arasında bazılarının rahatsızlık duymasına neden oluyordu. Bu nedenle Sivas ta oyunu bırakıp İstanbul’a döndüm. Sinemaya devam ettim.
Yakup Sancı: Tiyatro devam ediyor değil mi?
Ali Güney: Sinema sektörü Beyoğlu’ndan taşındıktan sonra mecbur kalmadıkça bizi çağıran yoktu. Ve çocuklarımı geçindirebilmem için. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. O zaman İstanbul Yeşilçam tiyatrosunun kurdum. Türkiye'de gitmediğim il, ilçe kalmadı diyebilirim. Halen de tiyatro devam ediyor. Geçimimizi tiyatro yaparak sağlıyorum.
Yakup Sancı: Sinemaya tekrar dönelim. Birçok filmde gerek kendi yüzünüzle gerekse dublör olarak çok tehlikeli sahneler çektiniz. Sağlam yeriniz kaldı mı?
Ali Güney: Cüneyt Arkın ile bir film çekerken, camdan çıkmam gerekiyordu, çıktım. Ama sakatlamıştım. Fakat bize bakan olmadı. Kaburgalarımın çoğu çatlamıştı. Onların acılarını hayatım boyunca çektim hala da çekiyorum. Çok iyi ata binerim. Ve çok iyi at uzmanıyım. Yeşilçam da en iyi ata binenlerden biriyim. Ata binemeyen jönlere dublörlük yaptım. 4 nala koşan atın üstünden atlıyorduk. Anamur da Yılanlarla dolu bir kalenin etrafında bulunan göle atın üstünden atlamıştım.
Yakup Sancı: Yeşilçam oyuncuları yıllardır film çekmeseler de sokakta tanınıyorlar bunun nedeni nedir?
Ali Güney: Şimdiki dizi reklam şöhretlerin dizileri olmadığı müddetçe yok olacak eriyip gidecekler. Bunun örneği olarak sokaklarda yaşam savaşı veren Mesut Engin, Baykal Kent, Sami Hazinses, ve niceleri. Yakın bir tarihte ne yazık ki çok yetenekli bir oyuncu kardeşimiz de başına silahı sıkıp şu 3 günlük dünyada sanata ve hayatına veda edip gitti. Hiç kimsenin böyle bir şöhret olmasını istemem. Şimdi ki sanata da baktığımızda, kendine saygısı olmayan bir beden başkasına nasıl saygılı olur da sanat yapabilir? Şimdiki sanatçılara ben acıyorum! Loş ışıklarda, paparazilere görünmek için birçok kaprisi göstererek sanatçı olunmaz. Gerçek sanatı yaparken, saygı ve sevgi tomurcuğunu kaybetmemek gerekir. Ve torpilli bir dünyada sanat da yapılmaz sanatçı da olunmaz. Biz 5 sene dizi çekmesek bile halk tarafından tanınıyoruz ayakta durabiliyoruz. Yeni sanatçı olmuş kardeşlerime bir tavsiye, ne oldum değil ne olacağım diye düşünmeliler. Eğer bugün ayakta durabiliyor ve hala halk tarafından tanınıp seviliyorsak. Sinemaya vermiş olduğumuz emeğin manevi karşılığıdır.
Yakup Sancı: Ya maddi karşılığı? Siz sinemadan para kazandınız mı?
Ali Güney: Yıllarca sinemaya emek verdim yüzüm gülmedi. Ama 1988'de Almanlarla bir buçuk iki ay çalıştığım bir dizi de başımı sokacak bir ev sahibi oldum. Şimdi ben size soruyorum para kazanmışım mı? Ayakta kalabildik sadece. Sinema sektöründe sırtımızdan çok paralar kazandılar. Ve ne yazık ki sırtımızdan para kazanlar sinemayı bırakıp inşaat vs. gibi sektörlere girdiler. Yani sinemadan kazandıkları parayı sinemaya yatırmadılar. Yumrukları yiyen bizler olduk. Parayı kazanan jön ve jöndamlar oldu. Çok insan bizi sokakta gördüğünde söylediği tek şarkı: "Biz sizlerin filmleri ile büyüdük" İşte bize halk tarafından verilen en büyük servet bu olmalı bence.
Yakup Sancı: Yeni yapımcılar var. Yeni vizyonda filmler çekiliyor?
Ali Güney: Sanatta bu olmamalı bence. Yapımcılara söyleyeceğim tek şarkı. M.K. Atatürk’ün sözünü unutmasınlar. "Herkes sanatçı olamaz". Burada sinema emekçisi olarak bir avuç insan kaldık. Her bir dizide birimiz oynasak çocuklarımızı okutmak için bir katkı olur. Canımızdan çok sanata aşığız ve sanatı seviyoruz. Yapımcılar bizi de göz önüne alarak bize de ekmek versinler. Bizi sokaklarda ölüme mahkum etmesinler.
Yakup Sancı: Sinema sektöründe olduğunuza hiç pişman oldunuz mu?
Ali Güney: Hayır, bugün yine dünyaya gelsen yine aynı mesleği yapmak isterim.
Yakup Sancı: Ali Abi, Sizi yıllardır sinemada karakter oyuncu olarak izledik. Yüzlerce filmde oynadınız. Mantık şunu diyor. Onca filmi olan bir oyuncunun 15-20 ödülü olmalı. Kaç ödülünüz var? Size bir heykelcik ya da bir teneke veren oldu mu?
Ali Güney: Hayatımda hiç bir festivale katılmadım. Torpili olmayan bir sanatçının da festivale katılması mümkün değil. Merak ediyorum kendi kendime. Halk tarafından sevilen, resimler çektiren ve en çok tanınan bir sanatçı olarak festivalleri hak etmiyor muyum? Bunun cevabını sendika ve derneklerimiz versin. Çünkü hiçbir derneğe bağlı değilim ve aidat ödemediğim için. Beni bir sanatçı olarak cumhurbaşkanı ve başbakan davetiye göndererek meclise davet ediyorlar. Ama 34 yılımı verdiğim sinemada bir film festivaline katılamıyorum sanatçı olarak. Nasıl oluyor? Ben de merak ediyorum.
Yakup Sancı: Oyuncu olmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?
Ali Güney: Girenler ve girmek isteyenler için sabırlı olmalarını her bedeli ödeyecek şekilde alıştırmaları gerekir kendilerini. Ve her fiziği güzel olan da meşhur olacak şöhret basamaklarını çıkacak anlamına da gelmez. Geçenlerde esas mesleği öğretmenlik olan, ama sinemayı çok sevdiği için 35 yılını veren emekçi kardeşimiz Tahsin vefat etti. Ne yazık ki cenazesinde 10 tane emekçi vardı. Bu da sinemanın acı yönü.
Yakup Sancı: Sokakta kalan bazı emekçiler oldu. Neden bu duruma düştüler?
Ali Güney: Kumar ve alkol masalarında yaşayan bir bedenin yuvası olmaz.
Yakup Sancı: Kameraya karşı bir özlem vardı içlerinde değil mi?
Ali Güney: Bir oyuncu için özlem ölünce biter. Kamera karşısına geçtiğimizde de ömrümüz uzar.
Yakup Sancı: Jönlerle aranız nasıldı?
Ali Güney: Çok iyiydi jön ve jöndamlar karakter oyuncularını çok severlerdi. Yemeği beraber yerdik aynı otelde kalırdık. İnsan ayrımı yoktu. Şimdiki gibi değil.
Yakup Sancı: Sinematürk dostlarına bir mesajınız var mı?
Ali Güney: O güneşin güzel aydınlığı geleceğinizin aydınlığı olsun.
Yakup Sancı: Onlar... Ar, Namus, İnanç, Saygı, Adalet ve bunun gibi pek çok irfana sahip olmayan karakterlere hayat verendi. Dışlandılar, hor görüldüler, küfür edildiler, dövüldüler. Emekleri yendi aç kaldılar, açıkta kaldılar. Öldüler.
Onlar... Yani filmlerin kötü adamları. Aslında jönlerin yapmak istemediği, oynamak istemediği, üzerine yapışmasından çekindiği rollerin adamları oldular. Onlar... Tecavüz eder. Masum insanları döver, öldürür. Onlar... Sahibine sadık, yapacağı eylemin doğruluğunu dürüstlüğünü sorgulama yetkisi olmayan her emrini yerine getire kirli işlerin kahramanları. Onlar... Yeşilçam devlerinin onlara attıkları her şamarla toplumun vicdanının okşandığı günah keçileri.
İşte onlardan biri. Filmlerin kötü adamı, Ali Güney’in kalbini araladık.
Dilerim bir ön yargı yıkmışızdır.
12 Ağustos 2009 Çarşamba
Film Müzikleri
Sanat Müziği, Salon Filmlerinin; Türküler ise dram yönü ağır basan köy temalı aşk filmlerinin vazgeçilmezleriydi. Ne var ki Senaryosu Zeki Alpan�a ait olan ve yine onun yönetiminde çekilen Yıldızlar Revüsü(1952) adlı film, Amerika ve İstanbul arasında mekik ören ve İstanbul�a, şarkıcı götürmek için gelen bir adamın; gazinonun şarkıcıları ile yaşadığı komik maceraları izleyici ile buluşturarak farklı bir tat sundu. Filmin Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği ayrımı umurunda değildi. Filmde; Yapımcı Fuat Rutkay�la evlenen ve esasen türkü okuyarak şöhreti yakalayan Suzan Yakar, Mustafa Kemal Atatürk�ün en çok sevdiği şarkıcılardan biri olan Klasik Müzik duayeni Safiye Ayla, yine Klasik ekolün sofistike sesi Perihan Altındağ Sözeri, sesi ve yorumu kadar usul bilgisi ile de göz dolduran ve çıkabildiği ses aralıkları en tepelerde olan Hamiyet Yüceses, o kuşağın taptığı yorumcu Sabite Tur gibi güçlü sesler vardı. Filmde yer alan şarkıcı kadrosu bu denli güçlü iken oyuncu kadrosu ise hiç de yabana atılır cinsten değildi. İsmail Dümbüllü filmin bir diğer starıydı. Film; fasıl, gazino hayatı ve şamata yanında bazen güldüren bazen hüzünlendiren şarkılarla bezeli bir komediydi.
TRT Radyosundaki şarkı söylediği ilk gece kadın-erkek arası, tam tanımlanamayan bir sese sahip olduğu gerekçesi ile dinleyicileri fazlaca heyecanlandıran ve gelen şöhreti bir anlamda belgelemek için bir şöhret filmi çekilen Zeki Müren, Sadi Işılay�ın kıvrak müzik zekası, Cahide Sonku�nun başarılı pazarlama ve yapımcılık tekniği ve Zeki Müren�in emsalsiz sesi birleşince 50�lerde başlayan ve daha sonra Türk Sinemasında çok moda olacak bir akıma imza atılmasına sebep oldu: Şarkı adı ile film yapmak ve bir şöhret öyküsünü anlatmak...
Zeki Müren, Beklenen şarkı adlı filmde oyuncu olmadığı halde beklenmedik bir performans sergilediği gibi, siyah beyaz filmde yer alan hüzünlü sanat müziği nağmeleri yer yer izleyiciyi göz yaşlarına boğuyordu. Devamında gelen Son Beste(1955), Berduş(1957), Altın Kafes(1958), Kırık Plak(1959), Gurbet(1959), Hayat Bazen Tatlıdır(1962) hep şarkılarla bezeli filmler oldu. Özellikle �Hayat Bazen Tatlıdır� filmine de adını veren şarkıda geçen �Hayat bazen tatlıdır sevenler kanatlıdır, bir gün acı bir rüzgar kırar aşk dallarını, bazen bir nefes söyler sevda masallarını� sözlerinin, koro ile söylenen bölümünde göz yaşlarını tutmak neredeyse imkansızdı. 50�lerden iki Dev: Kadri Şençalar ve Muzaffer Sarısözen... Dram türünün belki de müzikal olarak vazgeçilmez hocası o yıllarda Kadri Şençalar�dı. Şehir hayatına yönelik aşk ve macera odağındaki dramatik filmlere besteleri ile damgasını vurmuştu. Nota ve Usul cambazı olan değerli hoca; Neşet Ertaş, Zeki Müren, Yusuf Nalkesen gibi en büyük devlerin gelişiminde ön ayak olduğu gibi sayısız filme de şarkıları ile imzasını atmıştı. Hatta kendisine iş başvurusu yapan Neşet Ertaş'ı Şençalar Plak adlı şirketinde keşfetmişti. 1950 ve 1960 yılları arasında bir çok yerli filmin müziğini de besteleyen sanatçı, Saf bir köylü kızının aşk öyküsünün anlatıldığı Kahpenin Kızı(1952), Bataklıkta bir şarkıcı kadın ile yakışıklı bir gencin aşk öyküsünü anlatan Kaybolan Gençlik(1955), Kerime Nadir�in romanından uyarlanan video ve aynı kıza aşık olmanın yarattığı buhranları anlatan Funda(1958) adlı filmler Kadri Şençalar�ın müzikleri ile hayat bulmuştur bir anlamda...
Muzaffer Sarısözen, Türk Folkloru ve Türkü alanındaki müzik çalışmaları nedeni ile Türk Halk Müziği alanında özel bir yeri olan bu hoca başarılı radyo çalışmaları yanında, Türk Sinemasının bir başka alanına Taşra ağırlıklı dram-aşk filmleri için yaptığı müziklerle damgasını vurmuştu. Yılmaz Güney ile Cavidan Dora�nın başrol oynadığı köy hayatı içinde paranın aşkın önüne geçmesinin engellenemezliği üzerine özel bir film olan Tütün Zamanı (1959) adlı filmin müzikleri onun elinden çıkmıştı. Ömer Lütfü Akad�ın köy temalı en iyi filmlerinden biri olan ve köy hayatındaki iki ailenin düşmanlığının aşkı gölgelemesini anlatan Beyaz mendil (1955)'in müzikleri de Muzaffer Sarısözen tarafından yapılmıştı. Yine bir Yılmaz Güney klasiği olan Ala Geyik(1959) adlı filmde av tutkusu ve yaban hayatı içinde aşk anlatılırken köy yaşamında yine sevip de kavuşamamak teması hep bu tınılarla işlendi. Usta yönetmen Atıf Yılmaz�ın elinden çıkan filmin müzikleri de kusursuzdu.
60�ların Vizyon Curcunası
60�lı yılların filmlerinin 50�lere göre müzikal yönden daha renkli olduğu söylenebilir. Gazino kültürü daha da gelişirken artık sanat, sanat içindir anlayışını benimseyen şehirli filmler ile sanatı halk için yapan köy temalı filmler iç içe geçmeye başladı. 50�li yıllarda gazinolarda sadece seçkin zümreler yer alırken veya köy yaşamı içinde başlayan filmler köy yaşamı içinde biterken 60�lı yıllarda, köyde başlayan bir film şehirde devam edebiliyordu. Hatta köyden gelen ve şehirlileri cezbeden kadın modeli bu dönemde pek revaçtaydı. Bu nedenle filmin başında türküler ve yaban hayatı yer alsa bile akabinde şehirli bir soyluya dönüşmenin getirdiği kibarlık bir mecburiyetti. 60�lı yıllara filmleşen şarkılar damgasını vurmuştu. Neredeyse şöhret olan her şarkının filmi çekilmişti. Şarkıya uygun senaryolar yazılmıştı. Buruk Acı(1969), Veda Busesi(1965), Boş Çerçeve(1969), Artık Sevmeyeceğim(1968) gibi...
Belkıs Özener; 1960�lı yılların ortalarından itibaren Yeşilçam Filmlerinde kadın starların sesi olmuş, Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit�in oynadığı pek çok filmde onlara sesi ile hayat vermişti. Hatta 1970 tarihli Bir Atıf Yılmaz Filmi olan "Kara Gözlüm" adlı film Orhan Gencebay�ın şarkısının filmleştirilmesiyle ortay çıkmış, filmde balıkçı kızı Azize Karakterini canlandıran Türkan Şoray sesinin güzelliği keşfedilerek şarkıcılığa soyunmuştur. O yıllarda filmlerde kolay şöhret şarkı ve şarkıcılıktan geçmektedir. "Azize" filmin bir sahnesinde balıklara bakarak yine Balkıs Özener�in sesinden Azize şarkısını söyler.� Kalkan balığına bakın da usta keseri gibi�� şeklinde devam edem eğlenceli şarkı unutulacak türden değildir. Şarkı söyleme ekolü 60�lı yıllarda filmlerini damgasını vururken sinemanın buhrana girdiği 70�li yıllarda Yeşilçam starları için ekmek kapısı da olacaktır aynı zamanda. Seks furyasının patlak verdiği 1974 yılından sonra film çekmek yerine pek çok Yeşilçam starı sahneye çıkmayı tercih etmişti. Hemen hemen tüm kadın yıldızlar şarkı söylediği gibi, 70�lerin ortalarında Fatma Girik, Bülent Ersoy�un teşviki ile Maksim Gazinosunun kadrolu şarkıcısı olmuş, Bülent Ersoy ile aynı sahnede şarkı söylemişti. Uzun yıllar şarkıcılık yapan Fato, seks furyasının bitmesi ile sahneleri terk ederek film setlerine geri dönmüştü.
Sayısız vizyon filme müzik yapan değerli müzik adamı Metin Bükey türk sinemasında 150�den fazla filme müzikleri ile imzasını atmıştır. Ayşecik, Küçük Hanım, Cilalı ibo serilerin de müziklerini yapan usta nedense güftesi kendisine bestesi ise Teoman Alpay�a ait olan "Samanyolu" filminin müziği ile anımsanır. Başrollerini Cüneyt Arkın ile Mine Mutlu�nun paylaştığı, Ala Geyik(1969) adlı filmin 2. çevriminin müziklerini ise bu sefer Metin Bükey yapmıştır. 1968 yapımı �Dünyanın En Güzel Kadını� adlı filmin müzikleri de Metin Bükey tarafından yapılmıştır. Meşhur �Tamba tumba esmer bomba� şarkısı bu filmde yer alır. Fakat filmin en can alıcı noktası Türkan Şoray�ın seslendirdiği Dünyanın en güzel kadını şarkısını okuyan Belkıs Özener�dir. Şarkıda Belkıs Hanıma eşlik eden ses ise Suat Sayın�dır. Suat Sayın�ın buğulu sesinden Dünyanın en güzel kadınının tasviri bir başkadır.
Suat Sayın ve Arabesk Kültür: Suat Sayın için yorum yapmak yerine onun şarkılarını dinlemek aslında yeterli bir kıstastır. �Tokat gibi Şarkılar� olarak tabir edilen bestelere imza atan bu doğaüstü müzik adamı Türkiye�de yetişen birkaç isimden biridir. Suat Sayın 1960 yılında radyodan ayrılarak ilk plağı postacıyı seslendiren tüm zamanların en iyi bestekarlarından biridir. Türk Sanat Müziği ile Türk Halk Müziği arasındaki ayrımı kaldırmıştır. 70�li ve 80�li yıllarda arabesk olarak adlandırılacak eserlerin oluşmasına ön ayak olmuştur. Klasik Türk Musikisinin kuralcı karmaşık yapısını bir kenara bırakarak içinden geldiği gibi şarkılar yapmıştır. Ancak makam dışına da çıkmamıştır. Şarkıları çok güçlü büyük eserler değildir. Ne var ki lirizm hat safhadadır. Besteleri pop, arabesk, jazz, rock, türkü, klasik müzik ve film müziği olarak geniş anlamda kullanılan tek bestekardır. Sevim Çağlayan, Behiye Aksoy, Sevim Tanürek, Neşe Karaböcek� özel dersler vermiştir. Yeşilçam filmlerinde tüm kadın starlar neredeyse onun şarkılarının tümünü okumuştur. İntizar ve Sevemez Kimse seni gibi... Herkesin ezbere bildiği ama kime ait olduğunu pek de umursamadığı Yeşilçam Filmlerine de malolmuş ölümsüz besteleri şunlardır:
Sevemez Kimse Seni, Yollar Uzak Gelemedim, Nazende Sevgilim, Gündüzüm Seninle, Akşam olur gizli gizli ağlarım, Yolcu ile arabacı, İntizar, Kollarında öleyim, Sus sus sus, Ayrılık kolay değil, Söyleyin Yıldızlar, Önce Tuttun Elimden Sonra Niye Bıraktın (Bitmeyen Çile), Zalimin Zulmü Varsa Sevenin Allahı Var, Ne karşılık Bekliyorsun?, Tanrı verdi çalmadım ki (Arabesk), Ölsem de bir kalsam da bir, Dilek çeşmesi (Arabesk), Bu sana son mektubum (Arabesk).
Suat Sayın besteleri Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Selami Şahin gibi arabesk ekolün temsilcilerine ilham verdiği gibi, şarkıları pek çok filmde ve albümde okunmuştur. 70�li yılların sonuna doğru müzik hayatına başlayan Müslüm Gürses, ilk olarak onun besteleri ile müzik hayatına başlamıştır. Selami Şahin�in müzikal tavrı onunla büyük bir paralellik gösterir. Her şey bir yana Halka, Türk Sanat Müziği�ni sevdiren tek bestecidir. 2006 yılında hayata veda eden güçlü bestekar Suat Sayın ardında koca bir ülkeye ve sinemaya hükmetmiş şarkı ve besteler bırakmıştır. 70�lerin sonuna doğru en büyük pop ikonları Nilüfer, Ajda Pekkan ve Zerrin Özer Arabesk furyaya dahil olmuşlar uzunca bir müddet arabesk şarkılar okumuşlardır. Hatta Zerrin Özer bunun da bir adım ötesine geçmiş, Selami Şahin desteği ile 80�lerin başında bir kısmı Arapça şarkılardan oluşan �Kırmızı� adlı arabesk albümünü çıkarmıştır. Hiç film çevirmeyen Zerin Özer 1991 yılına kadar Arabesk ağırlıklı şarkılar okumuştur. Suat Sayın tarafından açılan bu yol pop yanında Musiki devlerini de etkilemiştir. 80�lerin başında Kişisel bunalımları ile uğraşan ve eşcinselliği ile ön planda olan Bülent Ersoy, içinde arabesk şarkılar olan(Hatırla Sevgili Şarkısı Hariç) �Yaşamak İstiyorum� adlı albümünü reklam piyasaya sürmüştür. Arabesk tema olarak bu albümle yarışacak bir albüm yoktur. Bülent Ersoy"un seslendirdiği �Ölmeyen Şarkı� ve film müzikleri de Suat Sayın�a aittir. Cinsiyet değiştiren ve fimlerde artık kadın olarak boy gösteren Bülent Ersoy, bir anda arabesk yıldız ünvanına kavuştu. Kadınlığını filmleri ve �Yaşamak İstiyorum� albümü ile perçinlerken; o dönemin ve tüm dönemlerin en büyük ses sanatçısı Zeki Müren, değerli bestekar Muzaffer Özpınar desteğinde, şimdiye kadar yapılmış en ağır ve içli şarkıların yer aldığı �Kahır Mektubu� adlı arabesk albümü çıkardı. Artık film çevirmeyen ve son filminin üzerinden 10 yıla yakın bir süre geçen Zeki Müren 80�lerin başında 30 dakikadan fazla süren Kahır Mektubu şarkısı ile bir kez daha klip gücünü gösterdi. Dönemin Arabesk ikonları Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Aydoğan Tayfur, Bergen, Tüdanya, Ceylan, Küçük Tülay, Sıla Mısırlı, Kanarya Kardeşler, Cavit Karabey, Hüseyin Altun, Yıldız Tezcan, İbrahim Tatlıses, Vahdet Vural, Emrah bile kariyerleri boyunca bu denli güçlü bir arabesk albüm yapamadılar. En büyük Türk Sanat Müziği otoritesi sayılan Zeki Müren�in bu denli arabesk iddiası ilginçti de...
60�lar ve Türk Pop Müziğinin Doğuşu, Fecri Ebcioğlu: Türk Müziği 60�larda üvey kardeşi arabesk ile yoluna devam ederken Türkiye ve Türk Sineması bir başka müzik türü ile tanışmaya başlıyordu. 60�lı yılların başında Sezen Cumhur Önel ve Fecri Ebcioğlu yabancı şarkılara Türkçe söz yazmaya başladılar. Böylece �aranjman� adı verilen moda da başlamış oldu. 1965 yılında sıradan bir sinem oyuncusu olan ses dergisinin kapak yarışmasında birinci olup 1963 yılında ilk filmini çeken Ajda Pekkan, sanatçıya ait "Her yerde kar var" ve "On yedi yaşında" plaklarını okudu. Film yıldızı olan Ajda�yı bir anlamda yeniden yaratmıştır. 1968'e kadar müziklerini yaptığı filmler arasında Acı Hayat, Affetmeyen Kadın, Suçlular Aramızda, Aşk ve İntikam Yılanların Öcü ve Susuz Yaz gibi filmler de vardı. Birden bire ortaya çıkan bu müzik sinemadaki asıl etkisini 70�li yıllarda göstermiştir.