19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kamera karşısında ömrümüz uzar

Yakup Sancı: Ali Güney 1956 yılında Urfa, Siverek'de doğdu. 1971-72 yıllarında İzmir'de fotoroman dergileri çıkarttı. Bu dergilerde fotoroman senaristliği ve yönetmenliği yaptı. 1973 yılında "Kanlı mektup" filmde oynadı. Ali Güney, "beni esas keşfeden Remzi Aydın Jöntürk" diyor. İstanbul’a gelir bazı filmlerde çalışma imkanı bulur. Sonra yönetmen Natuk Baytan ile tanışır ve onun 20 kadar filminde oynar. 30-40 kadar filmde prodüksiyon amirliği Yönetmen asistanlığı yapar. Bir dönem sinema krize girer. Eskiden olduğu gibi çok fazla film çekilmez. Ali Güney de gelen bütün teklifleri kabul eder.
Ali Güney: Kabul ettim. Çünkü çalışmak zorundaydım. Kavgacı olarak, dublör olarak çok filmde oynadım.
Yakup Sancı: Yaklaşık 400 civarında farklı video filmde oynadınız. Görünüşünüz gereği size en uygun tip olarak kötü adam rolü düştü. Bu filmler de hep kötü adamı oynadınız Üzerine yapışmış bir etiket oldu değil mi?
Ali Güney: Görüntü olarak öyle düşünüyorlar. Ama benim hayatımda hiç kötü alışkanlığım olmadı. İşimiz gereği filmlerde kötü adam olduk. Halkta bizi öyle izledi. Ama özümüzde duygusal, duyarlı insanlarız.
Yakup Sancı: Halk tarafından bilinen en meşhur hikaye, Erol Taş’ın kötü adamı oynadığı için dövülmesi. Kötü adamı oynayan oyuncuların kaderi sanırım. Sizi sokakta kim dövdü?
Ali Güney: Buna benzer çok anılarımız var. En son olay; Üvey baba dizisinde bir kıza rolüm gereği eziyet ettim. Pazar yerinde bir kadın beni dövdü. O çocuğa niye eziyet ediyorsun diye. Pazarcılar karşı çıkıp, o kötü adam değil, aksine dünyanın en iyi adamlarından biridir diye beni savundular. Ama ben dayağı yedim. İyi oynamışız demek ki. Bu anımı da hayatım boyunca unutmadım, unutamam.
Yakup Sancı: Ali Abi, tanıdığım, konuştuğum birçok Yeşilçam vizyon oyuncusu seks furyası başladığında sinemadan uzaklaşıp farklı işlerle ilgilenmişler. Siz bu dönem ne yaptınız?
Ali Güney: Seks furyası başladığında sinemadan uzak durdum. Zerrin Egeliler'le oynamam için teklifler alsam da hayır ben yokum dedim. Sinemayı bırakıp İzmir’e gittim. Telgraf ve yeni asır gazetelerine fotoroman çektim o dönem. Furya bitince 78-79 yıllarında İstanbul’a dönerek sinemaya kaldığım yerden devam ettim.
Yakup Sancı: Bildiğim kadarıyla yıllardır tiyatro yapıyorsunuz. Tiyatro hayatınız nasıl başladı?
Ali Güney: 90 lı yıllarda beni sanatçı olmamdan dolayı tiyatroya davet ettiler. Aslında tiyatrocu değildim. Hayırsız Evlat, İstanbul Paris, oyunlarını oynayarak tiyatroya da merhaba dedim. Sinemada tanınmam, aşırı alkış almam ve sevilmem, oyuncu arkadaşlar arasında bazılarının rahatsızlık duymasına neden oluyordu. Bu nedenle Sivas ta oyunu bırakıp İstanbul’a döndüm. Sinemaya devam ettim.
Yakup Sancı: Tiyatro devam ediyor değil mi?
Ali Güney: Sinema sektörü Beyoğlu’ndan taşındıktan sonra mecbur kalmadıkça bizi çağıran yoktu. Ve çocuklarımı geçindirebilmem için. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. O zaman İstanbul Yeşilçam tiyatrosunun kurdum. Türkiye'de gitmediğim il, ilçe kalmadı diyebilirim. Halen de tiyatro devam ediyor. Geçimimizi tiyatro yaparak sağlıyorum.
Yakup Sancı: Sinemaya tekrar dönelim. Birçok filmde gerek kendi yüzünüzle gerekse dublör olarak çok tehlikeli sahneler çektiniz. Sağlam yeriniz kaldı mı?
Ali Güney: Cüneyt Arkın ile bir film çekerken, camdan çıkmam gerekiyordu, çıktım. Ama sakatlamıştım. Fakat bize bakan olmadı. Kaburgalarımın çoğu çatlamıştı. Onların acılarını hayatım boyunca çektim hala da çekiyorum. Çok iyi ata binerim. Ve çok iyi at uzmanıyım. Yeşilçam da en iyi ata binenlerden biriyim. Ata binemeyen jönlere dublörlük yaptım. 4 nala koşan atın üstünden atlıyorduk. Anamur da Yılanlarla dolu bir kalenin etrafında bulunan göle atın üstünden atlamıştım.
Yakup Sancı: Yeşilçam oyuncuları yıllardır film çekmeseler de sokakta tanınıyorlar bunun nedeni nedir?
Ali Güney: Şimdiki dizi reklam şöhretlerin dizileri olmadığı müddetçe yok olacak eriyip gidecekler. Bunun örneği olarak sokaklarda yaşam savaşı veren Mesut Engin, Baykal Kent, Sami Hazinses, ve niceleri. Yakın bir tarihte ne yazık ki çok yetenekli bir oyuncu kardeşimiz de başına silahı sıkıp şu 3 günlük dünyada sanata ve hayatına veda edip gitti. Hiç kimsenin böyle bir şöhret olmasını istemem. Şimdi ki sanata da baktığımızda, kendine saygısı olmayan bir beden başkasına nasıl saygılı olur da sanat yapabilir? Şimdiki sanatçılara ben acıyorum! Loş ışıklarda, paparazilere görünmek için birçok kaprisi göstererek sanatçı olunmaz. Gerçek sanatı yaparken, saygı ve sevgi tomurcuğunu kaybetmemek gerekir. Ve torpilli bir dünyada sanat da yapılmaz sanatçı da olunmaz. Biz 5 sene dizi çekmesek bile halk tarafından tanınıyoruz ayakta durabiliyoruz. Yeni sanatçı olmuş kardeşlerime bir tavsiye, ne oldum değil ne olacağım diye düşünmeliler. Eğer bugün ayakta durabiliyor ve hala halk tarafından tanınıp seviliyorsak. Sinemaya vermiş olduğumuz emeğin manevi karşılığıdır.
Yakup Sancı: Ya maddi karşılığı? Siz sinemadan para kazandınız mı?
Ali Güney: Yıllarca sinemaya emek verdim yüzüm gülmedi. Ama 1988'de Almanlarla bir buçuk iki ay çalıştığım bir dizi de başımı sokacak bir ev sahibi oldum. Şimdi ben size soruyorum para kazanmışım mı? Ayakta kalabildik sadece. Sinema sektöründe sırtımızdan çok paralar kazandılar. Ve ne yazık ki sırtımızdan para kazanlar sinemayı bırakıp inşaat vs. gibi sektörlere girdiler. Yani sinemadan kazandıkları parayı sinemaya yatırmadılar. Yumrukları yiyen bizler olduk. Parayı kazanan jön ve jöndamlar oldu. Çok insan bizi sokakta gördüğünde söylediği tek şarkı: "Biz sizlerin filmleri ile büyüdük" İşte bize halk tarafından verilen en büyük servet bu olmalı bence.
Yakup Sancı: Yeni yapımcılar var. Yeni vizyonda filmler çekiliyor?
Ali Güney: Sanatta bu olmamalı bence. Yapımcılara söyleyeceğim tek şarkı. M.K. Atatürk’ün sözünü unutmasınlar. "Herkes sanatçı olamaz". Burada sinema emekçisi olarak bir avuç insan kaldık. Her bir dizide birimiz oynasak çocuklarımızı okutmak için bir katkı olur. Canımızdan çok sanata aşığız ve sanatı seviyoruz. Yapımcılar bizi de göz önüne alarak bize de ekmek versinler. Bizi sokaklarda ölüme mahkum etmesinler.
Yakup Sancı: Sinema sektöründe olduğunuza hiç pişman oldunuz mu?
Ali Güney: Hayır, bugün yine dünyaya gelsen yine aynı mesleği yapmak isterim.
Yakup Sancı: Ali Abi, Sizi yıllardır sinemada karakter oyuncu olarak izledik. Yüzlerce filmde oynadınız. Mantık şunu diyor. Onca filmi olan bir oyuncunun 15-20 ödülü olmalı. Kaç ödülünüz var? Size bir heykelcik ya da bir teneke veren oldu mu?
Ali Güney: Hayatımda hiç bir festivale katılmadım. Torpili olmayan bir sanatçının da festivale katılması mümkün değil. Merak ediyorum kendi kendime. Halk tarafından sevilen, resimler çektiren ve en çok tanınan bir sanatçı olarak festivalleri hak etmiyor muyum? Bunun cevabını sendika ve derneklerimiz versin. Çünkü hiçbir derneğe bağlı değilim ve aidat ödemediğim için. Beni bir sanatçı olarak cumhurbaşkanı ve başbakan davetiye göndererek meclise davet ediyorlar. Ama 34 yılımı verdiğim sinemada bir film festivaline katılamıyorum sanatçı olarak. Nasıl oluyor? Ben de merak ediyorum.
Yakup Sancı: Oyuncu olmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?
Ali Güney: Girenler ve girmek isteyenler için sabırlı olmalarını her bedeli ödeyecek şekilde alıştırmaları gerekir kendilerini. Ve her fiziği güzel olan da meşhur olacak şöhret basamaklarını çıkacak anlamına da gelmez. Geçenlerde esas mesleği öğretmenlik olan, ama sinemayı çok sevdiği için 35 yılını veren emekçi kardeşimiz Tahsin vefat etti. Ne yazık ki cenazesinde 10 tane emekçi vardı. Bu da sinemanın acı yönü.
Yakup Sancı: Sokakta kalan bazı emekçiler oldu. Neden bu duruma düştüler?
Ali Güney: Kumar ve alkol masalarında yaşayan bir bedenin yuvası olmaz.
Yakup Sancı: Kameraya karşı bir özlem vardı içlerinde değil mi?
Ali Güney: Bir oyuncu için özlem ölünce biter. Kamera karşısına geçtiğimizde de ömrümüz uzar.
Yakup Sancı: Jönlerle aranız nasıldı?
Ali Güney: Çok iyiydi jön ve jöndamlar karakter oyuncularını çok severlerdi. Yemeği beraber yerdik aynı otelde kalırdık. İnsan ayrımı yoktu. Şimdiki gibi değil.
Yakup Sancı: Sinematürk dostlarına bir mesajınız var mı?
Ali Güney: O güneşin güzel aydınlığı geleceğinizin aydınlığı olsun.
Yakup Sancı: Onlar... Ar, Namus, İnanç, Saygı, Adalet ve bunun gibi pek çok irfana sahip olmayan karakterlere hayat verendi. Dışlandılar, hor görüldüler, küfür edildiler, dövüldüler. Emekleri yendi aç kaldılar, açıkta kaldılar. Öldüler.
Onlar... Yani filmlerin kötü adamları. Aslında jönlerin yapmak istemediği, oynamak istemediği, üzerine yapışmasından çekindiği rollerin adamları oldular. Onlar... Tecavüz eder. Masum insanları döver, öldürür. Onlar... Sahibine sadık, yapacağı eylemin doğruluğunu dürüstlüğünü sorgulama yetkisi olmayan her emrini yerine getire kirli işlerin kahramanları. Onlar... Yeşilçam devlerinin onlara attıkları her şamarla toplumun vicdanının okşandığı günah keçileri.
İşte onlardan biri. Filmlerin kötü adamı, Ali Güney’in kalbini araladık.
Dilerim bir ön yargı yıkmışızdır.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Film Müzikleri

Klasik Türk Müziği ve Saray Müziği�nin belli bir kesime hasredilmesinin de etkisinden olsa gerek 50�li yılların Türk Filmleri�nde yer alan Musiki ve Halk Müziği nağmeleri belirgin bir şekilde ayrıktı. Tutucu bir şekilde soylulara aitmiş gibi lanse edilen bu kurallı, ağdalı müzik, Halk müziği ve Türkülerle aynı filmlerde yer alamazdı kuşkusuz...
Sanat Müziği, Salon Filmlerinin; Türküler ise dram yönü ağır basan köy temalı aşk filmlerinin vazgeçilmezleriydi. Ne var ki Senaryosu Zeki Alpan�a ait olan ve yine onun yönetiminde çekilen Yıldızlar Revüsü(1952) adlı film, Amerika ve İstanbul arasında mekik ören ve İstanbul�a, şarkıcı götürmek için gelen bir adamın; gazinonun şarkıcıları ile yaşadığı komik maceraları izleyici ile buluşturarak farklı bir tat sundu. Filmin Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği ayrımı umurunda değildi. Filmde; Yapımcı Fuat Rutkay�la evlenen ve esasen türkü okuyarak şöhreti yakalayan Suzan Yakar, Mustafa Kemal Atatürk�ün en çok sevdiği şarkıcılardan biri olan Klasik Müzik duayeni Safiye Ayla, yine Klasik ekolün sofistike sesi Perihan Altındağ Sözeri, sesi ve yorumu kadar usul bilgisi ile de göz dolduran ve çıkabildiği ses aralıkları en tepelerde olan Hamiyet Yüceses, o kuşağın taptığı yorumcu Sabite Tur gibi güçlü sesler vardı. Filmde yer alan şarkıcı kadrosu bu denli güçlü iken oyuncu kadrosu ise hiç de yabana atılır cinsten değildi. İsmail Dümbüllü filmin bir diğer starıydı. Film; fasıl, gazino hayatı ve şamata yanında bazen güldüren bazen hüzünlendiren şarkılarla bezeli bir komediydi.
TRT Radyosundaki şarkı söylediği ilk gece kadın-erkek arası, tam tanımlanamayan bir sese sahip olduğu gerekçesi ile dinleyicileri fazlaca heyecanlandıran ve gelen şöhreti bir anlamda belgelemek için bir şöhret filmi çekilen Zeki Müren, Sadi Işılay�ın kıvrak müzik zekası, Cahide Sonku�nun başarılı pazarlama ve yapımcılık tekniği ve Zeki Müren�in emsalsiz sesi birleşince 50�lerde başlayan ve daha sonra Türk Sinemasında çok moda olacak bir akıma imza atılmasına sebep oldu: Şarkı adı ile film yapmak ve bir şöhret öyküsünü anlatmak...
Zeki Müren, Beklenen şarkı adlı filmde oyuncu olmadığı halde beklenmedik bir performans sergilediği gibi, siyah beyaz filmde yer alan hüzünlü sanat müziği nağmeleri yer yer izleyiciyi göz yaşlarına boğuyordu. Devamında gelen Son Beste(1955), Berduş(1957), Altın Kafes(1958), Kırık Plak(1959), Gurbet(1959), Hayat Bazen Tatlıdır(1962) hep şarkılarla bezeli filmler oldu. Özellikle �Hayat Bazen Tatlıdır� filmine de adını veren şarkıda geçen �Hayat bazen tatlıdır sevenler kanatlıdır, bir gün acı bir rüzgar kırar aşk dallarını, bazen bir nefes söyler sevda masallarını� sözlerinin, koro ile söylenen bölümünde göz yaşlarını tutmak neredeyse imkansızdı. 50�lerden iki Dev: Kadri Şençalar ve Muzaffer Sarısözen... Dram türünün belki de müzikal olarak vazgeçilmez hocası o yıllarda Kadri Şençalar�dı. Şehir hayatına yönelik aşk ve macera odağındaki dramatik filmlere besteleri ile damgasını vurmuştu. Nota ve Usul cambazı olan değerli hoca; Neşet Ertaş, Zeki Müren, Yusuf Nalkesen gibi en büyük devlerin gelişiminde ön ayak olduğu gibi sayısız filme de şarkıları ile imzasını atmıştı. Hatta kendisine iş başvurusu yapan Neşet Ertaş'ı Şençalar Plak adlı şirketinde keşfetmişti. 1950 ve 1960 yılları arasında bir çok yerli filmin müziğini de besteleyen sanatçı, Saf bir köylü kızının aşk öyküsünün anlatıldığı Kahpenin Kızı(1952), Bataklıkta bir şarkıcı kadın ile yakışıklı bir gencin aşk öyküsünü anlatan Kaybolan Gençlik(1955), Kerime Nadir�in romanından uyarlanan video ve aynı kıza aşık olmanın yarattığı buhranları anlatan Funda(1958) adlı filmler Kadri Şençalar�ın müzikleri ile hayat bulmuştur bir anlamda...
Muzaffer Sarısözen, Türk Folkloru ve Türkü alanındaki müzik çalışmaları nedeni ile Türk Halk Müziği alanında özel bir yeri olan bu hoca başarılı radyo çalışmaları yanında, Türk Sinemasının bir başka alanına Taşra ağırlıklı dram-aşk filmleri için yaptığı müziklerle damgasını vurmuştu. Yılmaz Güney ile Cavidan Dora�nın başrol oynadığı köy hayatı içinde paranın aşkın önüne geçmesinin engellenemezliği üzerine özel bir film olan Tütün Zamanı (1959) adlı filmin müzikleri onun elinden çıkmıştı. Ömer Lütfü Akad�ın köy temalı en iyi filmlerinden biri olan ve köy hayatındaki iki ailenin düşmanlığının aşkı gölgelemesini anlatan Beyaz mendil (1955)'in müzikleri de Muzaffer Sarısözen tarafından yapılmıştı. Yine bir Yılmaz Güney klasiği olan Ala Geyik(1959) adlı filmde av tutkusu ve yaban hayatı içinde aşk anlatılırken köy yaşamında yine sevip de kavuşamamak teması hep bu tınılarla işlendi. Usta yönetmen Atıf Yılmaz�ın elinden çıkan filmin müzikleri de kusursuzdu.
60�ların Vizyon Curcunası
60�lı yılların filmlerinin 50�lere göre müzikal yönden daha renkli olduğu söylenebilir. Gazino kültürü daha da gelişirken artık sanat, sanat içindir anlayışını benimseyen şehirli filmler ile sanatı halk için yapan köy temalı filmler iç içe geçmeye başladı. 50�li yıllarda gazinolarda sadece seçkin zümreler yer alırken veya köy yaşamı içinde başlayan filmler köy yaşamı içinde biterken 60�lı yıllarda, köyde başlayan bir film şehirde devam edebiliyordu. Hatta köyden gelen ve şehirlileri cezbeden kadın modeli bu dönemde pek revaçtaydı. Bu nedenle filmin başında türküler ve yaban hayatı yer alsa bile akabinde şehirli bir soyluya dönüşmenin getirdiği kibarlık bir mecburiyetti. 60�lı yıllara filmleşen şarkılar damgasını vurmuştu. Neredeyse şöhret olan her şarkının filmi çekilmişti. Şarkıya uygun senaryolar yazılmıştı. Buruk Acı(1969), Veda Busesi(1965), Boş Çerçeve(1969), Artık Sevmeyeceğim(1968) gibi...
Belkıs Özener; 1960�lı yılların ortalarından itibaren Yeşilçam Filmlerinde kadın starların sesi olmuş, Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit�in oynadığı pek çok filmde onlara sesi ile hayat vermişti. Hatta 1970 tarihli Bir Atıf Yılmaz Filmi olan "Kara Gözlüm" adlı film Orhan Gencebay�ın şarkısının filmleştirilmesiyle ortay çıkmış, filmde balıkçı kızı Azize Karakterini canlandıran Türkan Şoray sesinin güzelliği keşfedilerek şarkıcılığa soyunmuştur. O yıllarda filmlerde kolay şöhret şarkı ve şarkıcılıktan geçmektedir. "Azize" filmin bir sahnesinde balıklara bakarak yine Balkıs Özener�in sesinden Azize şarkısını söyler.� Kalkan balığına bakın da usta keseri gibi�� şeklinde devam edem eğlenceli şarkı unutulacak türden değildir. Şarkı söyleme ekolü 60�lı yıllarda filmlerini damgasını vururken sinemanın buhrana girdiği 70�li yıllarda Yeşilçam starları için ekmek kapısı da olacaktır aynı zamanda. Seks furyasının patlak verdiği 1974 yılından sonra film çekmek yerine pek çok Yeşilçam starı sahneye çıkmayı tercih etmişti. Hemen hemen tüm kadın yıldızlar şarkı söylediği gibi, 70�lerin ortalarında Fatma Girik, Bülent Ersoy�un teşviki ile Maksim Gazinosunun kadrolu şarkıcısı olmuş, Bülent Ersoy ile aynı sahnede şarkı söylemişti. Uzun yıllar şarkıcılık yapan Fato, seks furyasının bitmesi ile sahneleri terk ederek film setlerine geri dönmüştü.
Sayısız vizyon filme müzik yapan değerli müzik adamı Metin Bükey türk sinemasında 150�den fazla filme müzikleri ile imzasını atmıştır. Ayşecik, Küçük Hanım, Cilalı ibo serilerin de müziklerini yapan usta nedense güftesi kendisine bestesi ise Teoman Alpay�a ait olan "Samanyolu" filminin müziği ile anımsanır. Başrollerini Cüneyt Arkın ile Mine Mutlu�nun paylaştığı, Ala Geyik(1969) adlı filmin 2. çevriminin müziklerini ise bu sefer Metin Bükey yapmıştır. 1968 yapımı �Dünyanın En Güzel Kadını� adlı filmin müzikleri de Metin Bükey tarafından yapılmıştır. Meşhur �Tamba tumba esmer bomba� şarkısı bu filmde yer alır. Fakat filmin en can alıcı noktası Türkan Şoray�ın seslendirdiği Dünyanın en güzel kadını şarkısını okuyan Belkıs Özener�dir. Şarkıda Belkıs Hanıma eşlik eden ses ise Suat Sayın�dır. Suat Sayın�ın buğulu sesinden Dünyanın en güzel kadınının tasviri bir başkadır.
Suat Sayın ve Arabesk Kültür: Suat Sayın için yorum yapmak yerine onun şarkılarını dinlemek aslında yeterli bir kıstastır. �Tokat gibi Şarkılar� olarak tabir edilen bestelere imza atan bu doğaüstü müzik adamı Türkiye�de yetişen birkaç isimden biridir. Suat Sayın 1960 yılında radyodan ayrılarak ilk plağı postacıyı seslendiren tüm zamanların en iyi bestekarlarından biridir. Türk Sanat Müziği ile Türk Halk Müziği arasındaki ayrımı kaldırmıştır. 70�li ve 80�li yıllarda arabesk olarak adlandırılacak eserlerin oluşmasına ön ayak olmuştur. Klasik Türk Musikisinin kuralcı karmaşık yapısını bir kenara bırakarak içinden geldiği gibi şarkılar yapmıştır. Ancak makam dışına da çıkmamıştır. Şarkıları çok güçlü büyük eserler değildir. Ne var ki lirizm hat safhadadır. Besteleri pop, arabesk, jazz, rock, türkü, klasik müzik ve film müziği olarak geniş anlamda kullanılan tek bestekardır. Sevim Çağlayan, Behiye Aksoy, Sevim Tanürek, Neşe Karaböcek� özel dersler vermiştir. Yeşilçam filmlerinde tüm kadın starlar neredeyse onun şarkılarının tümünü okumuştur. İntizar ve Sevemez Kimse seni gibi... Herkesin ezbere bildiği ama kime ait olduğunu pek de umursamadığı Yeşilçam Filmlerine de malolmuş ölümsüz besteleri şunlardır:
Sevemez Kimse Seni, Yollar Uzak Gelemedim, Nazende Sevgilim, Gündüzüm Seninle, Akşam olur gizli gizli ağlarım, Yolcu ile arabacı, İntizar, Kollarında öleyim, Sus sus sus, Ayrılık kolay değil, Söyleyin Yıldızlar, Önce Tuttun Elimden Sonra Niye Bıraktın (Bitmeyen Çile), Zalimin Zulmü Varsa Sevenin Allahı Var, Ne karşılık Bekliyorsun?, Tanrı verdi çalmadım ki (Arabesk), Ölsem de bir kalsam da bir, Dilek çeşmesi (Arabesk), Bu sana son mektubum (Arabesk).
Suat Sayın besteleri Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Selami Şahin gibi arabesk ekolün temsilcilerine ilham verdiği gibi, şarkıları pek çok filmde ve albümde okunmuştur. 70�li yılların sonuna doğru müzik hayatına başlayan Müslüm Gürses, ilk olarak onun besteleri ile müzik hayatına başlamıştır. Selami Şahin�in müzikal tavrı onunla büyük bir paralellik gösterir. Her şey bir yana Halka, Türk Sanat Müziği�ni sevdiren tek bestecidir. 2006 yılında hayata veda eden güçlü bestekar Suat Sayın ardında koca bir ülkeye ve sinemaya hükmetmiş şarkı ve besteler bırakmıştır. 70�lerin sonuna doğru en büyük pop ikonları Nilüfer, Ajda Pekkan ve Zerrin Özer Arabesk furyaya dahil olmuşlar uzunca bir müddet arabesk şarkılar okumuşlardır. Hatta Zerrin Özer bunun da bir adım ötesine geçmiş, Selami Şahin desteği ile 80�lerin başında bir kısmı Arapça şarkılardan oluşan �Kırmızı� adlı arabesk albümünü çıkarmıştır. Hiç film çevirmeyen Zerin Özer 1991 yılına kadar Arabesk ağırlıklı şarkılar okumuştur. Suat Sayın tarafından açılan bu yol pop yanında Musiki devlerini de etkilemiştir. 80�lerin başında Kişisel bunalımları ile uğraşan ve eşcinselliği ile ön planda olan Bülent Ersoy, içinde arabesk şarkılar olan(Hatırla Sevgili Şarkısı Hariç) �Yaşamak İstiyorum� adlı albümünü reklam piyasaya sürmüştür. Arabesk tema olarak bu albümle yarışacak bir albüm yoktur. Bülent Ersoy"un seslendirdiği �Ölmeyen Şarkı� ve film müzikleri de Suat Sayın�a aittir. Cinsiyet değiştiren ve fimlerde artık kadın olarak boy gösteren Bülent Ersoy, bir anda arabesk yıldız ünvanına kavuştu. Kadınlığını filmleri ve �Yaşamak İstiyorum� albümü ile perçinlerken; o dönemin ve tüm dönemlerin en büyük ses sanatçısı Zeki Müren, değerli bestekar Muzaffer Özpınar desteğinde, şimdiye kadar yapılmış en ağır ve içli şarkıların yer aldığı �Kahır Mektubu� adlı arabesk albümü çıkardı. Artık film çevirmeyen ve son filminin üzerinden 10 yıla yakın bir süre geçen Zeki Müren 80�lerin başında 30 dakikadan fazla süren Kahır Mektubu şarkısı ile bir kez daha klip gücünü gösterdi. Dönemin Arabesk ikonları Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Aydoğan Tayfur, Bergen, Tüdanya, Ceylan, Küçük Tülay, Sıla Mısırlı, Kanarya Kardeşler, Cavit Karabey, Hüseyin Altun, Yıldız Tezcan, İbrahim Tatlıses, Vahdet Vural, Emrah bile kariyerleri boyunca bu denli güçlü bir arabesk albüm yapamadılar. En büyük Türk Sanat Müziği otoritesi sayılan Zeki Müren�in bu denli arabesk iddiası ilginçti de...
60�lar ve Türk Pop Müziğinin Doğuşu, Fecri Ebcioğlu: Türk Müziği 60�larda üvey kardeşi arabesk ile yoluna devam ederken Türkiye ve Türk Sineması bir başka müzik türü ile tanışmaya başlıyordu. 60�lı yılların başında Sezen Cumhur Önel ve Fecri Ebcioğlu yabancı şarkılara Türkçe söz yazmaya başladılar. Böylece �aranjman� adı verilen moda da başlamış oldu. 1965 yılında sıradan bir sinem oyuncusu olan ses dergisinin kapak yarışmasında birinci olup 1963 yılında ilk filmini çeken Ajda Pekkan, sanatçıya ait "Her yerde kar var" ve "On yedi yaşında" plaklarını okudu. Film yıldızı olan Ajda�yı bir anlamda yeniden yaratmıştır. 1968'e kadar müziklerini yaptığı filmler arasında Acı Hayat, Affetmeyen Kadın, Suçlular Aramızda, Aşk ve İntikam Yılanların Öcü ve Susuz Yaz gibi filmler de vardı. Birden bire ortaya çıkan bu müzik sinemadaki asıl etkisini 70�li yıllarda göstermiştir.