Yakup Sancı: 3 Şubat 1937 yılında Adana da doğdu. Simit sattı, gazoz sattı. İrfan Atasoy kendi deyişiyle Kamyonlara karpuz indire bindire kaleciliği öğrendi ve Adanaspor�a kaleci oldu. Değişik sektörlerde şansını denedi. Askerliğini yapıp geldiğinde cebinde 30 lira parası vardı. Bir gün Adana yol kenarında cenaze taşıyan Üstü brandalı bir kamyonu durdurur, "benim için hiç sorun değil cenaze olması der, oturur tabutun üstüne. Ankara ya kadar bedava gelir. Oradan da bir otobüs ile İstanbul�a. 30 lira ile 7 tane 16 lık filmin işletme hakkını alır ve bu filmleri bir yıl sinemalara pazarlar. O artık sinemaya girmişti bir yerden. İlk senaryosu "Kahraman Üçler"i 20 liraya, ikinci senaryosu "Rezil"i 50 liraya yazar. ��İnce Cumali�� adlı filmle oyunculuğa başlar. Bu filmde Adana�dan çocukluk arkadaşı olan Yılmaz Güneyle beraber yer aldı. Film Antalya Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dallarında 4 Altın Portakal Ödülü alır... İrfan Atasoy: Kamera önüne "İnce Cumali" ile başladım. Yılmaz Güney oynuyordu. Genç biri lazımdı. Onu da ben oynadım. Zaten senaryo da benimdi. O film ile kamera önüne geçmiş oldum. Sonra bu film Türkiye de çok önem kazandı. En iyi 10 film arasında sayılabilir. Bu filmin stüdyo işleri için İstanbul�a geldim. Aklıma fantastik film çekmek geldi. İnce Cumali�den kazanmıştım. İlk "Kling İstanbul�da" çok büyük çalıştığı için bölgeler ikincisini istedi. ��Kling uçan adama karşıyı�� çektim. Bunlarda bir kaça tane daha çektim. Sonra naylonları (Taklitleri) çıkmaya başlayınca ben den refleks sinemasına döndüm. "Kara cellat"ı çektim. "Belanın karalı"nı çektim. Bu filmler müthiş filmlerdi. Bunların her biri 2-3 film kadar çalışırdı tek başına. Bunları görenler taklitlerini çekip tezgahladılar. Bunun üzerine toplumsal filmlere döndüm. Hamal, Topal, İblis, Susuz Yazın renklisi, Rezil, Zalim, ve pek çok film çektim. Amerika da çalışmak istemiştim Avrupa�yı basamak yapıp Amerika da çalışmak istemiştim. İlk basamağı yaptık Avrupalılarla 5 film çektim. Türk parası koruma kanunundan. Yazıhanemi ve evimi bastılar. Bizi de götürüp nezarete attılar. Güya para kaçırıyormuşum. Bu nedenle 8 sene ağır cezada yargılandım. Yurt dışı yasağı koydular. Çektiğim bu 5 filmin Türkiye hakkı benim, İtalya hakkı onların, dünya hakkının da yarı yarısı benim, yarısı onlarındı. Epey sattı, iyi paralar kazandılar. Fakat ben bir lira bile alamadım yurt dışına gidemediğim için. Oysa ki o filmlerin İngilizcesi. İtalyancası ve İspanyolcası vardı. Bu olay sürerken çocukluk arkadaşım olan Yılmaz Güney ile de 14 tane film çektim. Polis yazıhaneyi ikinci defa bastı. Yılmaz Güney�i vatandaşlıktan çıkarmışlar ve vatan haini ilan etmişlerdi. Filmlerini de topluyorlardı. Bu arada benim 14 filmimi de aldılar. Hala nerde olduğunu bilmediğimiz için bulamıyoruz. Kaybım trilyonları geçti, içim kan ağlıyorBu 14 Yılmaz Güney filmi ile 5 Avrupa filmi dahil benim kaybım trilyonları geçti. Bu da beni maddi sıkıntıya soktu. Amaç çok daha başkaydı. Ben Amerikan sinemasında çalışmak istiyordum. Bu isteğim yukarıda anlattıklarımdan ötürü yok oldu. Maddi sıkıntıya düştüm. Ve öfkelendim. Çok öfkelendim. Bunun üzerine askerde yazdığım ve sansürün reddettiği bir senaryomu çektim. Bunu da sansürden çıkarmak epeyce zahmetli oldu çünkü bu filmde "piç" bir badigard�ı oynuyordum. Türkiye de "piç" yokmuş diye filmi reddettiler. Sonra kestik biçtik onların istediği hale getirdik. Bu işi de yapmamaya karar verdim. Ondan sonrada hiç film çekmedim. Hala o zaman yazdığım ve çekemediğim senaryom var elimde. İçim kan ağlamıyor değil ağlıyor tabii. Hazır senaryo yoktu. İşe giderken yolda yazardım Benim anlatacaklarımı benim öğreteceklerimi öğretemezler. Bir gün Atlas sinemasından çıkan bir Üniversite profesörüne sinema okuyan çocuklara ne öğretiyorsunuz dediğimde ��Sizden öğrendiklerimizi öğretiyoruz�� dedi. Biz filmleri yaklaşık 30, 35 kutu ile çekerdik. Bunlar 300, 400 kutu harcıyor. Şimdi de bant�a çekiyorlar. Ben, oyunculuk olarak 55 film kadar filmi kendi kurumuma çektim. Bunların hiç birinde hazır senaryo yoktu işe giderken yolda yazardım. Şimdi bakıyorum 2, 3 yıl uğraşıyorlar bir senaryo yazmak için. Sinema hayatımda en çok istediğim şey, senaryo hazır bir filmde oynamak. Bu 55 yıllık Sinema hayatımda hiç olmadı. Bizim kuşağın oyuncu kızları güzel, erkekleri yakışıklıdır Teknoloji aldatıyor bunun farkına dünya da vardı. Bugün Amerikan sineması çalışmaz hale geldi. Bir de şunu şöyleyim. Bizim kuşağın oyuncu kızları güzel, erkekler yakışıklıdır. Adeta yunan tanrılarına benziyorlar. Çuvallarla mektuplar gelirdi Bir gün postacı işe giderken yolda yakaladı. Sırtında bir çuval mektupla... Dedi ki� Ya bu ne? Ben, sizin hamalınız mıyım? Hiç unutmam. O zamanlar öyleydi. Anadolu�dan büyük şehirlerden, her yerden çuvallarla mektuplar gelirdi. Yalnız bana değil herkese mektup gelirdi. İnce Memed�i film yapmak isterdimTürk edebiyatında bütün hikayeler çekildi. Bütün kitapları filme aktardık. Bazı filmlerimiz belgesel bile sayılabilir. Hatta İstanbul�un fethini bile çektik. İstiklal savaşını bütün yönleri ile çektik insanlara anlattık. Bütün olumsuzluklara ragmen. Birçok şey aklıma gelmiyor ama görsel sanatla bunları anlattık. Okuma yazma bilmeyen de bunları öğrendi. Bunların içinden bir destan olan "İnce Memed" kitabı kaldı çekmediğimiz. Kitabını çekemedik. Çünkü defalarca sansüre gitmesine ragmen izin alamadık. Yıllar sonra bu kitabın sinema haklarını bir İngiliz aktör aldı. Ona da Türkiye de çekilme izni verilmedi. O da Yugoslavya da çekti ve Sinema hayatımda çekmek isteyip de çekemediğim bu filmi rezil etti.
Filmlerimiz sansürleniyordu"Zalim" filmini 2700 metre olarak çektik. Halka gösterilmesi ve yurt dışına çıkması için sansür kurulu tarafından incelenen filmimiz hakkında karar, çıkarmamızı istenilen sahneler -Heper film kurumuna ait ��Zalim�� ya da ��son şahit�� adlı film. 09.08.1973 tarihinde merkez film kontrol komisyonu tarafından görülmüştür. 1- Cezaevinde, Müdürün odasında, Emniyet müdürünün yanında Mustafa ile Cumali�nin konuştuğu sahnelerin tümünün... 2- Mustafa�nın söylediği, Cumali beni kanunun bile öldürmesine müsaade etmez sözünün... 3- Cumali�nin berbere söylediği seni hakim karşısında öldürürüm sözünün... 4- Cumali�nin avukata gidip konuştuğu ve tartakladığı sahnelerin tümünün... 5- Cumali ve Ayşe ye gündüz vakti yol ortasında arabadan ateş edildiği sahnenin... 6- Mustafa�nın karısı Selma�nın Bilal ile seviştiği sahnelerin tümünün. 7- Ayşe�nin Cumali�ye Avukatın trafik kazasında öldüğünü söylediği sahnenin. 8- Mustafa�nın karısına söylediği Orospu sözünün. 9- Mahkeme salonunda bulunan jandarmaların favorilerinin göründüğü sahnelerin çıkarılması şartı ile adı geçen filmin halka gösterilmesinde ve yurt dışına çıkarılmasında bir sakınca olmadığına ekseriyetle karar verilmiştir.Sansürde imzası olanlarSansürde imzası olanlar: İçişleri bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü. Biz yedi bin film çektik diyoruz ya, işte bu şartlarda çektik bu filmleri. Onu kes, bunu sil derken 100 Dakikalık bir film, 1700 metreye düşürdük. Filmi kuş�a çevirdik. Film 20 Dakikaya düşüyor. Emekler, paralar kaybediyoruz. Çekmek istediğimiz filmi çekiyoruz ama halk bu bizim çektiğimiz filmi izlemiyor. Kese kese kuş�a çevriliyordu filmlerimiz. Böyle bir sıkışıklık, böyle bir baskı olur mu? Bu şartlarda nasıl film çekiyorduk anlayın artık. Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk Askerde bir Kayserili çavuşumuz vardı. Bizi gece 2 de 3 de barakanın önüne çıkartıyordu. Hava eksi 28-29. Bizi Sıraya diziyor, "uzatın ellerinizi" diyor uzatıyoruz. Palaskasını çıkartıyor bize ikişer üçer tane vuruyor, �hadi şimdi gidin yatın�� diyordu. Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk. Gel zaman git zaman, her fırtına bir ölü diye bir kovboy filminde çalışıyoruz. Figüran olarak bu çavuşu getirdiler. Görür görmez tanıdım. Yönetmeni çağırdım, bu adamı her gün çağırın yevmiyesi benden dedim. Bizim çavuş her gün geliyor sete. Şimdi bu çavuşa damdan atla diyoruz atlıyor. ��uff şuram kırıldı buram kırıldım�� diyor. Şuradan yuvarlan diyoruz, yuvarlanıyor. Kurşun yedin öl, ölüyor. Attan düş, düşüyor. Adamın kırılmadık kemiğini bırakmadım. 80 kişiydik bölükte o soğukta bizi barakanın önüne çıkaran çavuşa kan kusturdum. Ama çavuş 80 kişinin içinden biri olduğumu hiçbir zaman öğrenemedi. Kültür bakanlığı destek değil, sadaka veriyor! Bu destek falan değil. 100-150 bin dolar... Bu paralara film çekilir mi? Dünyada örneği yok bunun. Nasıl söyleyeyim. Bu sadaka gibi bir şey... Bu parayla insani stüdyonun kapısından kovarlar. Bırakın çekim masraflarını, oyuncu paralarını bile ödeyemezsiniz. Türkiye de bütün sinemalarda satılan her bilette brütten %15.825 alıyorlar. Yani satılan her biletten bu parayı alıyorlar. Filmci filmini çekip sinemaya getirdiğinde kafadan %15 zararla başlıyor işe. Bu toplanan paradan sinemaya yardım yapıyor. Ama nasıl yardım bu? Toplanan paranın ellide biri kadar bir para sinemacıya yardım olarak dönüyor. Sinemacıdan aldığı paranın çok küçük bir kısmını veriyor. Kendinden bir yardım yaptığı yok. Keşke hiç vermeseler de parası olan doğru dürüst film çekse. Geçmişte amerikan sineması da çok zor durumda kalmıştı. Buna hükümetleri bir çare aradı. Ve buldular da. Yapılan filmlerin tüm masraflarını vergiden düştüler. 7 sene müddetle bunu uyguladılar ve çok büyük filmler yaptılar. Steven Spilberg�in çıktığı sene, yangın kulesi, jaws ve bunun gibi çok büyük filmler yapıldı. Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar Bizde de böyle bir sistem uygulamaları lazım... 10-15 bin dolar vererek film yaptırmak aslında kültür bakanlığının sinemayı hiç bilmediğinin yansımasıdır. Bu sadece yardım ediyoruz diye övünmeleri için verilen bir para. Bu kültür bakanlığının büyük bir ayıbıdır. Sinema böyle bir sadaka paraşı gibi para ile yapılan bir iş değildir. Sinema evrensel bir iştir. Sinema büyük bir iletişim aracıdır. Sinema bir milli gelir kaynağıdır. Sinema insanlarda birliktelik yaratan bir iştir. Sinema bütün sanat kollarını kapsamında bulunduran bir sanattır. Sinemayı eğer anlamadılarsa böyle gülünç şeyler yapmasınlar. Ve buradaki insanları gülünç duruma getirmesinler. Kültür bakanlığının verdiği parayla bir filme başlarsan... Verilen para bir film çekmek için yeterli değil. Ee ne yapacak adam birilerinden de para bulacak. Kimine seni artist yapacağım şu kadar para ver der, diğerine seni artist yapacağım bu kadar para ver der ve sonunda dolandırıcı duruma düşersin. İnsanları dolandırıcı yaparlar. Bunlar hoş şeyler değil. Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar. Bu iş para işidir. Bu işten, verdiğinin birkaç çeşidini, birkaç misli fazlasını almak mümkündür. Önce sinemayı öğrensinler. Dünyada bunun örnekleri var. En kötü ülkede bile bir filmin kaç paraya yapıldığı bellidir. Hani bu 200-300 milyon dolar bütçeli filmler den bahsetmek bile mümkün değil, Amerikalı bunu yapmış yapıyor. Bu nedenle de Dünya sinemasında yeri var. Benim çok param gitti, yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim Bizim kuşak Türk parası koruma kanunundan ötürü yurtdışına iki senede bir çıkabiliyordu Türk parası koruma kanunu diyorlar. Her ülkenin parası var bankalar da, bizim ki geçmiyor. Biz bu parayı koruyoruz zaten geçmiyor, neyini koruyoruz? Bu nedenle maalesef filmlerimizi yurt dışında pazarlamayı başaramadık, beceremedik. Yasaklardan dolayı beceremedik. Yoksa pazarlamacı bulur sattırırdık filmlerimizi. Gizli gizli satılan filmlerimizde vardı. Alırdık beş bin, on bin sterlin ve ya on bin dolar. Filmlerimiz evrensel boyutlardaydı. Bizim teknik ve tempomuz iyiydi. Malzememiz yoktu ama buna ragmen iyi işler yapıyorduk. Fakat gel gör ki bizi bürokrasi önledi. Polis önledi. İçimizde nezarete atılmayan, dövülmeyen çok az insan var. Sonra, biz yaşadığımız sürede iki tane de ihtilal geçirdik. Bu ihtilallerde benim 14 tane Yılmaz Güney filmimi alıp yasakladılar. 5 tane Avrupalılarla çektiğim filmi gidip arayıp soramadım. Benim çok param gitti. Yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim. Biz işi çözmüştük işi yapıyorduk. Düşün ki� Erman filmin bir filmini bir Arap aldı İngilizce dublaj yaptı 3-5 milyon dolara sattı. Demek ki filmlerimiz önemliydi. Benim ��rezil�� filmim İspanyolca konuşan bütün ülkelere verildi. Ama ben iki ülke parası aldım. Böyle çok olaylar var tabi. Kimse açıklamıyor. Vergisini vermiyor diye milletin tepesine binerler. Velhasıl evrensel boyutlarda işler yaptık. Bizler güzel sanatlar ürünü üretiyoruz, sanat yapıyoruz Bu işi yapan bizler, ipten saptan kurtulmuş gelmişiz güzel sanatlar ürünü üretiyoruz. Sanat yapıyoruz. Bizden sanatçı olur mu? Dil bilmeyiz, böyle bir kültürümüz yok. Gelmiş yedi bin film çekmişiz. Biz iki kişi geldik Adana dan biri Yılmaz Güney biri ben. Ben fantastik filmler çektim. Yılmaz da avantür filmler çekti çabaladı 15 film yaptı. Dünyaya da damgasını vurdu. İki arkadaş, ikimiz de başardık. Devlet çok zarar verdi bize. Benim trilyonlarım gitti. Yılmaz�ın canı gitti. Ülkesini bu kadar çok seven bir adam ülkesinde ölemedi.
Sinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorumSinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorum. Mümkün değil. Mümkün değil. Anlattığım gibi 10-15 bin dolar ile devlet film yapın diyor. Yardım ediyoruz diyor reklam filmcilere. 150-200 bin dolarlarla da dünya sineması ile yarışamazsınız. Dünya sineması nerde biz nerdeyiz? Kültür bakanlığı bu komik bütçeleri verirken filmlerin kalitesini dikkate almıyor. Senaryoyu okuyorlar mı? Şüpheliyim. Kültür bakanlığı zaten bu parayı verirken teminat istiyor. Ya da bir malın mülkün varsa ipotek istiyor. Verdiği parayı bir şekilde geri alıyor. Şu var, verdiği paradan faiz almıyor tek güzelliği bu. Parayı veriyor filmini yapıyorsun. Yetmediği yerde borç harç bulup çekiyorsun. O parayı geri ödemezsen evini barkını sattırıyor. Film iş yapmazsa yandın. Bizim vizyon kültür bakanlığının yaptığı destek bu. Bu nedenle dünya sinemasıyla yarışamayız. Steven Spielberg�in 20 reklam filmi var, dünya tanıyor, bizim yüzlerce var kimse tanımıyor Steven Spielberg�in 20 filmi var. Dünya tanıyor. Milyar dolar ile oynuyor. Dünyanın en iyi oyuncusu dedikleri Brad Pitt �in 20 filmi var. Dünya tanıyor, milyar dolar ile oynuyor. Bizim Yeşilçam da hiç box office yapmadım diyen adamın 300-400 filmi var. Kimse tanımıyor, paraları da yok. Yurtdışında benim 400 filmim var dersen parayı nereye koyuyorsun? Hangar tuttun mu? Derler. Bizde Uğraşıp bir filmi çekersiniz, sonra bir polis gelir şunları verin bakalım der alır gider. Seni nezarete alırlar, oradan mahkemeye. Vatan haini sayarlar, vatandaşlıktan çıkartırlar.
Dünya alkışladı, biz ceza verdik! Cannes'de 50. yılında bütün dünya Starları orada festival sarayında Şerif Gören sahneye çıktı. Dünya Starları onu 15 dakika alkışladı. Peki biz ne yaptık? Bu adamı aldık, dövdük, karakola tıktık, elektrik verdik. Niye? Film çevirdin diye. Böyle bir şey olamaz, ama oluyor, oldu. Bu örneklerden bir tanesi� Buna benzer bir sürü var. Farkında değiliz ne çektiğimizinBizim yıllardır sinemada işlediğimiz iki düşman var zaten. Bunların biri Yunanlar, biri Bulgarlar. Her milli mücadele de bunları gösterdik, bunlar kötüdür dedik. "Tolga"yı çektim İran�a sattım. İranlı altı ay sonra geldi. Biz bilmiyoruz tabi kostümcü getiriyor bizde giydiriyoruz. Düşmanı oynayan oyuncuların hepsinin boyunlarında haç var. "Niye bu haçları koydunuz, hep öldürülenler haçlı" dedi. "Bizde bir sürü Ermeni var, sinemamız ırkçılığı işledi mi?" diye soranlara yanıtım farkında değiliz ne çektiğimizin. Çekmişiz ama bizim haberimiz yok. Adam kendini kötüleyen bir filme gider mi? Daha bunu anlayamamışız. Kostümcü de anlamamış, yönetmenimizde. Yıllardır sinemamızda bu ülkeler ile düşman olduğumuzu işleyip insanlarımızı da buna inandırmışız. Cahilliği daha uygun görmüşüz bizAnlatılacak çok şey var. Ömrümüz yetmez buna. Bu ülke çok talihsiz bir ülke... Daha geçmişe dönüp bakarsak, Anadolu kültürü, Anadolu düşünürü dünya da yoktu. Düşün ki� Fırat kenarında yaşayan Sümerliler ilk okuma yazmayı bulanlar tekerleği bulanlar. Toprak sulamayı bulanlar. Dünyaya insan ihraç edenler. Bilim ihraç edenler. Anadolu da hala kalıntıları var. Sivas da, Konya da halen medreseler var. Hepsi astroloji öğrenimi gören çocuklar. Çocuklar okusun diye onlara yiyecek, yatacak yer verdikten sonra aylık verirlermiş. Yani bilime bu kadar önem verirlermiş. Anadolu bilimi dünya da meşhurmuş. Bunu öldürmüşüz. Cahilliği daha uygun görmüşüz biz. Dini, insanları zehirleyecek şekilde anormal arttırmışız, dopinglemişiz nedense. Bilim gerilemiş, gerilemiş sıfıra düşmüş. Bu hale gelmişiz. Size bir kaç anımı anlatayım. Bir kısa filmde çalışıyorum düşman kotrasıyla, kızlarla sevişerek, yiyerek, içerek denizde ilerliyor. Beni de yakaladılar. Ellerimden kendir ile bağlayıp suya attılar. Kotranın arkasına bağladılar. Ben kotranın arkasında sürüklüyorlardı. Hava serin kotrayı da hızlı kullanıyorlar. Su kurşun gibi değiyor yüzüme. Arada bir zıplıyor nefes alıyorum. Sahne bitti fakat beni denizde unuttular. Detay çekiyorlar kuş, dalgaydı, denizdi derken çok sonra filmin kameramanı Ali Yaver, İrfan Bey nerde? Demiş beni aramaya başlamışlar. Sonra hala su da olduğumu fark ediyorlar. Sudan çekip çıkardıklarında mos mor esilmişim. Ölmek üzereymişim. Beni kamaraya götürmüşler iki tane kadını anadan doğma soymuşlar, beni de soymuşlar. Kadınlar bana sıkı sıkı sarılmış, kadınların vücut ısıları ile kendime geldim. Hayata döndüm.
Tren'in damı delindi Fantastik filmler çekerken her sahnesinde ölümle burun buruna geliyorduk. Düşman tren ile kaçıyor, benimde onları yakalamam lazım. Köprüden giden trenin üstüne atlayacağım. Trenin üstünden kayarak pencereden içeri girip düşmanı yakalayacağım. Geldik köprünün başına. Tren de karşıdan geliyor� Çok fazla kişi var sette halk o zamanlar meraklı sinema seyretmeye çekimleri izliyorlar. Tren geliyor. Trene baktım, baktım, baktım, gözüm kesmedi. Tren geldi geçti gitti. Yönetmen geldi. ��İrfan abi niye atlamadın?�� dedi. Nasıl atlayım? Ya vagonların arasına düşer ölürsem���sana bir şey olmaz abi�� dedi. Peki olmazsa olmaz dedim. Başka tren geliyor karşıdan, artık utanma belasına mecburen atladım. Atladım ama trenin damı delindi. Trenin içine girdim. Pencereden falan kaymaya gerek kalmadı. Kestirmeden trene girmiş oldum. Aslında çinko trenin üstü. Her tarafımı keser biçer ama benim şansımdan hiçbir yerim yaralanmadı.
Ayağım dört yerden kırıldıSultanahmet ceza evinde çalışıyoruz. Cezaevinden kaçacağım. Jandarmaları aştım yüksek bir yerden aşağı atlayacağım padişahın mahkumları setrettiği yerden. Geldim jandarmaları aştım baktım ki branda da bir oluk var. Anladım ki� Bunlar brandayı doğru dürüst tutmamışlar. İndim aşağı bakın benim atlayacağım yer altı metre. Yerler mermer düşersem ölürüm, şunu doğru dürüst tutun dedim. Merak etme İrfan Abi bilmem ne. İyi dedim çıktım kuleden atladım. Herkes birbirine bırakmış brandayı tutan yok. Düştüm mermerin üstüne. Ayağım dört yerden kırıldı. Üç ay sırt üstü yattım. Sana toptan bir şey söyleyeyim. Oyuncu olarak başka firmalarla kırkın üstünde işte çalışmışım. Hiç kimse sigortamı yapmamış. Bu işin tazminatı yok, sigortası yok. Hiçbir şey yok. Salla parti çalışmışız. Kimse de sormamış. Sigorta diye bir kültür yoktu. Sigorta isteyeni işten kovarlardı. Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedirBir insanın çalışamayacağı zamanlar vardır. Yaşlılık zamanı. İşsizlik zamanı. Gençliğinde yıllar boyu çalışmış sonra iş bulamamış insanlarımız var. Zaman zaman televizyonlarda vizyondakiler parasızlıktan ağlayanları görüyoruz. Sadece televizyonlarda değil, sokağa çıktığınızda çok daha fazlası var. Bu insanların birçoğu parasızlıktan ağlıyor ama asıl sorun işsizlik. Belli kurumlar var bu kurumlar gerekeni yapmalı. Mutlaka yapılmalı. Büyük ülke böyle olunur. Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedir. Bu ülkenin utancıdır Biz zamanında bu yedi bin filmi böyle değirmen denilen şeylerle küçücük bir vizör den çektik. Seyretsinler utansınlar. Bu insanlar eğer bakımevlerinde ölüyorlarsa bu, bu ülkenin ayıbıdır. Bu ülkenin utancıdır. Daha açık konuşuyum. Bunların terbiyesizliğidir. Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Televizyonlarda fragman gösterilen filmlerde bizim telif hakkımız var. Bunun kanunu var, yasası var. Ne olmuş? Efendim burada bu işleri takip eden bir kurum oluşturulmamış diye kimse bize beş kuruş ödemiyor. Bütün bu televizyonlarda filmler oynuyor yıllardır kimse para alamıyor. Bizim yasanın içinden çıkan müzik kanununda trilyonlar kazanıyor müzikçiler. Sinemacılar beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığı dediğimiz insanlar bunu organize etmeli. Buradakiler belli ki yapamamış, yapamıyor. Bunu, onların gelip, hatta bir iki temsilci ile işi bitirene kadar çalışmaları lazım. O zaman bu bakım evlerinde ölenler, yaşayanlar hiç şikayet etmezler. Oradan üç beş kuruş gelir onlar da yaşarlar. Ama bunu önce devlet gelip yapacak. Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Buradaki adama ��siz örgütlenin yer tutun, masa kurun bilmem ne yapın��. Deniyor. Olmuyor, yapamıyorlar, yapamıyoruz. Gönder iki tane adam yapsın, bitirsin, başlatsın gitsin. Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksinGörevin bu senin� Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Yıllardır yiyorlar. Yerel televizyonlarda dahil iki yüz elli, üç yüz televizyonda bu filmler dönüyor kimse beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığının vasfı nedir? Eğer sanatçısına sahip çıkamıyorsa, sanatçısının hakkını alamıyorsa, sanatçısının hakkını verdirtmiyorsa kültür bakanlığı o zaman olmasın daha iyi. Sinemacı için ha var, ha yok. Sinema evrensel bilinçtir. Yıllardır sinemada çalışmış olan sanatçını koru, sanatçının hakkını al. Verilmesine ön ayak ol, yardımcı ol.
30 Eylül 2009 Çarşamba
8 Eylül 2009 Salı
Serdar Gökhan'la
Yakup Sancı: Serdar Gökhan, 15 Mart 1946 yılında Bolu-Mudurnu ilçesinde doğdu. 1948 yılında ailesinin İstanbul’a yerleşmesiyle İlkokulu Beşiktaş- Yıldız ilkokulunda, Ortaokulu Ortaköy-Gaziosmanpaşa ortaokulunda okudu. Beşiktaş Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümüne iki yıl dışarıdan misafir öğrenci olarak devam etti. Babı-ali de 7 yıl tabelacılık ve çizgi roman ressamlığı, film platolarında dekoratörlük yaptı. 1964 yılında Stunt-Men olarak küçük denilecek rollerde oynadı. Tehlikeli sahnelerde dublörlük yaptı. 1966 Yılında Havacı olarak askere gitti. 27 Ocak 1969 da vatani görevini bitirdi. 1969 yılında SES mecmuasının sinema yıldızı yarışmasına katıldı. Finale kalarak Prodüktör Kadir Kesemen’in dikkatini çekti. Kadir Kesemen’in sahibi olduğu SALTUK ve DADAŞ film şirketi ile 10 filmlik fragman anlaşma imzalayarak başrol oyunculuğuna başladı. İlk iş olarak sinemaya uygun bir isim olmayan Nusret Ersöz adını Serdar Gökhan olarak mahkeme kararı ile değiştirdi. 1969 yılında ilk başrol filmi Kadırgalı Ali yi takip eden 80 i aşkın kısa filmde başrol oynadı.
Serdar Gökhan: Filmlerimin büyük bir çoğunluğunu fiziki yapıma uygun olarak Tarihi ve avantür filmleri olarak gerçekleştirdim. 1976 yılında film sektöründe seks furyası başlaması üzerine evlenerek bu tür filmlerden uzak kaldım. Seçici davranarak az ve öz film yaptım. 1979 yılında ‘’İSTANBUL VİDEO’’ adı altında bir şirket kurarak uzun yıllar videoculuk yaptım.
1992 yılında Amerikanın Chicago kentine gittim. Orada sinema sektörünü yakından inceleme fırsatı buldum. Türkün sesini duyurabilmek için’’Chicago Turkish Radio’’ adı altında İstiklal marşımızla başlayan tamamıyla Türkçe yayın yapan bir radyo kanalı, Şehrin merkezinde Dry Cleaner ve ürettiğim yağlı boya tabloları pazarladığım bir resim galerisi açtım. 1999 yılında vatan hasretiyle ülkeme döndüm.
2004 yılında ikinci evliliğimi yaptım. Adını Alperen Serdar Gökhan koyduğum bir erkek evladı sahibi olarak 57 yaşında ilk defa babalık duygusunu tattım. Şu ana kadar 11 Televizyon dizisinde oynadım. Halen de sanatımı icra etmekte, film projesi araştırmaları ve senaryo yazımı çalışmaları yapmaktayım.
Yasa: Çizgi-roman ressamlığı yaptığınızı duymuştum. Çizgi-roman 60 lı 70 li yıllarda çok popülerdi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Bizim zamanımızda İstanbul Bab-ı Alî dediğimiz şimdiki Cağaloğlu - Nuruosmaniye denilen semt gazetelerin, mecmuaların, kitap evlerinin, tabelâcıların ve ressamların merkezi olan ünlü bir yerdi. Ben de bu ünlü yerde üç yıl tabelâ ressamlığı, dört yıl da çizgi çocuk romanları ressamlığı yaptım.
1960 yıllar vizyon teknolojinin olmadığı her şeyin elle yapıldığı dönemlerdi. Hazırladığımız her boyuttaki tahta çerçevelere yarım mm kalınlığında saç plâkalar çakar, üzerini fırça ile sürdüğümüz yağlı boya ile kaplardık. Sonrada rengarenk boyalarla yazılar yazar, amacına uygun resimler yapardık.
Doktor ve Avukat tabelâları camdan yapılırdı. Belli ölçülerde kesilen cama arka tarafından ters olarak doktor veya avukat isimleri dişi olarak yazılır sonrada bu harf boşluklarını altın varakla doldurarak tabelâyı ortaya çıkarmış olurduk. Çocuk çizgi romanlarını ise aydınger kâğıdına sayfa sayfa çizerdik. Sonra çizilen bu sayfalardan kurşun kalıplar çıkarılır baskıya giderdi.
O zamanlar şimdiki teknoloji yoktu ama her şeyin elle yapılmasının insana onur veren bir emeği ve mutluluğu vardı.
Alın yazısı: 1989 yapımı Cüneyt Arkın'la beraber başrolünü paylaştığı ' Av ' İsimli filmden sonra neden bir yapımda daha beraber olmadılar. Cüneyt Arkın'a kırgın mısınız?
Serdar Gökhan: Cüneyt beyle herhangi bir kırgınlığım yok. Sadece Av filminden sonra birlikte oynayabileceğimiz bir proje çıkmadı önümüze.
Ökkeş avgın: Dönem filmlerinde mi yoksa günümüz filmlerinde mi çalışmak daha keyifliydi?
Serdar Gökhan: Dönem filmlerinde oynamanın, günümüz filmlerinde oynamaktan daha keyifli ve daha ciddi olduğunu söyleyebilirim. Dönem filmlerinde kimliğine büründüğünüz tarihi şahsiyeti canlandırırken duyulan heyecan ve hata kabûl etmeyen sorumluluk duygusu kelimelerle ifade edilemeyen bir haz verir insana.
Sungurbey: Bir partiden milletvekili adayı oldunuz. Neden 1.2. sıradan değil de 4.5. sıradan aday oldunuz? Parti hayran kitlenize mi çok güvenmişti?
Serdar Gökhan: Milletvekilliği adaylığım sırasında beklentim 1 veya en fazla 2. sıraydı. Partinin genel başkanıyla yaptığım görüşmelerde bu doğrultudaydı. Adaylık sıralaması açıklandığında 5. sırada olduğumu görünce şoke oldum. Hemen adaylıktan çekilmek istedim. Araya giren dost ve arkadaş çevremin ısrarlı ricalarıyla “ Haydi mertlik bende kalsın. ” diyerek geri çekilmedim. Bunu onur meselesi yaparak çok büyük bir özveriyle seçim çalışmaları yaptım. Ama nasip değilmiş, kazanamadım. Sizinde tespit ettiğiniz gibi parti, hayran kitleme güvenerek beni lokomotif kullandı ve benimle beraber önümdeki dört kişinin de vekil seçileceği hesabını yaptı ama hesaplar tutmadı. Eğer bağımsız aday olarak seçimlere katılsaydım bu gün mecliste olurdum inancındayım.
Securitymen: Bildiğimiz kadarıyla Yeşilçam’ın genel eğilimine ters bir siyasal görüşe sahipsiniz. Bu durum Yeşilçam da sizin için bir dezavantaj oluşturdu mu?
Serdar Gökhan: Türk sinemasının hiç bir zaman belli bir görüşün veya belli bir eğilimin inhisarında olduğunu düşünmedim. Her sanatçı, görüşü ne olursa olsun sanatını icra etmekle yükümlüdür. Sanata reklam siyaset bulaştırılmaz. Zira sanatçı her kesimin sanatçısıdır. Eğer belli bir kesim kendi ideolojisini Yeşilçam la özdeşleştiriyor, gece barlarda sabaha kadar kadeh tokuşturarak kendilerini sinema’nın sahibi gibi görüyorlarsa yanılıyorlar demektir. Zira sinema o meslekten ekmek yiyen prodüktöründen set işçisine kadar herkesindir. Sinema sanatının sanat için, sinemamıza uluslararası etkin bir nitelik kazandırılması için yapılması tarafındanım. Belli ideolojileri empoze etmek amacıyla kullanılmasına karşıyım. Ben 45 yıldır bu mesleğin içindeyim. İnsanların görüş ve düşünce hürriyetlerine her zaman saygı duydum. Herkesin de benim görüş ve düşünce hürriyetime saygı duymasını isterim. Bu görüş farklılığını bir dezavantaj olarak hiçbir zaman görmedim. Ama görenler varsa onu bilemem.
Yakup Sancı: Sinemamız dünya sineması ile rekabet edebilir mi? Teknik, senaryo, oyuncu, yönetmen, ve maddi olarak bu gücümüz var mı?
Serdar Gökhan: Kendini ayakta tutmaya çalışan, Bir Türk Filmi karakterini özümsemeyen sinemamızın Dünya sinemasıyla rekabet edebilmesi mümkün olabilir mi ? Tekniğimiz, senaryolarımız, oyuncularımız, yönetmenlerimiz her ne kadar yetersiz olsalar da bunlar olgun hale getirilebilir. Bunun için gerekli olan tek şey para. Sinema demek görsellik demek, görsellik demek para demektir. Para olmadan sinema yapılamaz. Maalesef sinemamızın bu gücü de yok.
Yakup Sancı: Günümüz hükümeti sinemamızı dünyaya yeteri kadar anlatabiliyor mu?
Serdar Gökhan: Bu sorunuzu sadece bu günkü hükümetle özdeşleştirmek biraz haksızlık olur. Bu güne kadar geçmiş hükümetlerin hangisi sinemaya gereken önemi verip sahip çıktılar ki ?..
Yakup Sancı: Kültür bakanlığının bazı projelere verdiği destek yeterli mi? Sinemamızı dünyaya daha iyi anlatılması için neler yapılmalı?
Serdar Gökhan: Devletin Kültür bakanlığımıza sinema için ayırdığı fon yetersiz. Kültür bakanlığı ayrılan bu kısıtlı fonla sinema projelerine küçük denebilecek katkılarla destek vermeye çalışıyor. Bu yüzden de dünya sinemalarıyla boy ölçüşebilecek maliyeti yüksek projeler üretilemiyor. Türk sineması kurulduğu günden bu güne kadar hep ekonomik sorunlarla uğraşmış bu yüzdende Türk sinema sanayi bir türlü kurulamamıştır. Yapılan filmler kişisel gayretler ve büyük özverilerle ortaya çıkarılmıştır. Türk sinemasını dünyaya tanıtabilmek için devlet desteğini tam vermeli, Bir sinema kanunu çıkarılmalı, büyük iş adamlarını bu mesleğin bünyesine girmeye, film yapmaya teşvik etmeli ve Türk sineması ülkeye kazanç sağlayan bir sanayi haline getirilmelidir.
Yakup Sancı: Kültür bakanlığı bazı projelere para vererek destekliyor. Sizce, bu desteklemede filmin kalitesi ne kadar dikkate alınıyor?
Serdar Gökhan: Kültür bakanlığımız bazı projelere karınca kararınca da olsa iyi niyetle destek vermeye çalışıyor. Lâkin her destek verdiği proje sahibi kültür bakanlığımız gibi iyi niyetli çıkmıyor. Proje maliyetini yüksek göstererek sırf kültür bakanlığından aldığı destek parasıyla cebinden beş kuruş harcamadan filmi bitirenler maalesef çoğunlukta. Bu yüzden Kültür bakanlığı destek verdiği film’in başlangıcından bitimine kadar takipçisi durumunda olmak zorunda ama bu yapılmıyor. Bu takip yapılmayınca da iyi bir film yapmayı geçekten arzu eden yapımcılar mağduriyete uğruyor hakkı olan alacağı destek, başkalarının kötü emelleri uğruna heba edilmiş oluyor.
Yakup Sancı: Sinemacıların, telif hakları yasası ile alakalı neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Sinema sektörü olan dünyanın hiçbir ülkesinde bizimki kadar haksız, manâsız, ön yargılı ve yapımcıya dönük tek taraflı bir telif kanununun olduğunu zannetmiyorum. Bir filmin yapımında karakterleri canlandıran oyuncular olmasa o film yapılabilir mi ?.. Tabi ki yapılamaz. O halde filmin yapımcısı yasayla korunduğu kadar oyuncularının da korunması gerekmez mi ?.. Bizler yıllardır sanat adına topluma hizmet ediyor ve bir yerde amme görevi yerine getiriyoruz. O halde bizim de haklarımızın korunması en doğal hakkımız. Ama telif eserleri kanunumuzda sanatçıları direkt olarak koruyan bir madde yok. Yıllardır yaptığımız filmler televizyonlarda defalarca oynadığı halde bizlere tek bir kuruş ödenmiyor. Para tamamıyla filmi elinde bulunduranlara gidiyor. Yapımcı adına haksız bir kazanç elde ediyorlar. Yapımcı adına diyorum zira piyasada kanaldan kanala dolaşan binlerce filmin büyük bir çoğunluğunun gerçek sahipleri bu gün filmi elinde bulunduranlar değil. Türk sinemasının darboğaza düştüğü 80 li yılların başında zor durumda kalan bazı yapımcılar ellerindeki filmleri box office satmak zorunda kaldılar. Bazı parası olan açıkgözlerde bu filmleri çok düşük fiyatlarla topladılar. Bu günde bu filmleri kanallara satarak veya kiraya vererek para kazanmaktadırlar. Hem de o filmlere emeği geçenlere beş kuruş ödemeden…
Hükümetin telif eserleri kanununu yeniden eline alıp adil bir şekilde yeniden düzenlemesini, işçi statüsünde emekli olup 550 – 600 T.L emekli maaşı alan sanatçılar olarak hiç olmazsa telif haklarımızın korunmasını, AB ye uyum sağlamaya çalışan bir hükümet olarak sanatçıların durumlarını da göz önünde bulundurmalarını ve sanatçılarına sahip çıkmalarını bekliyoruz.
Yakup Sancı: Kendi filmlerinizi izlerken, bu sahnede şöyle oynasaydım daha iyi olurdu, dediğiniz oluyor mu?
Serdar Gökhan: Tabi ki oluyor. Ben kendi vizyondakiler seyrederken hep kendimi eleştirir, şu sahnede keşke şöyle oynasaydım diye pişmanlık duyarım.
Yakup Sancı: Bir gün sinemamızın dünya sinemasına damgasını vuracağına inanıyor musunuz?
Serdar Gökhan: İnanmıyorum.
Yakup Sancı: Serdar Gökhan ne tür filmler izler?
Serdar Gökhan: Cıvık komedi, seks içeren ve ağır aşk filmlerinin haricinde her türlü filmi izlerim. Belgesel, Gerilim ve tarihi filmler diğerlerine göre daha ağırlık kazanır.
Ahmet45: Dünyaya bir daha gelseydiniz yine oyuncu mu olmak isterdiniz?
Serdar Gökhan: İsterdim ama sanatçısına değer veren, sanatçısına sahip çıkan ve sanatçı haklarını koruyan başka bir ülkede…
Süperhero: Yeni dönemde, içinde olacağınız bir proje var mı?
Serdar Gökhan: Yıllardır kendi hazırladığım ve senaryolarını kendi yazdığım projelerim var. Yüksek maliyetli bu projelerimi hayata geçirebilmek için gerekli finans kaynaklarını oluşturmaya çalışıyorum.
Leventtamer: sinema dışında bir işle uğraşıyor musunuz?
Serdar Gökhan: Hayır.
Kaya Erdaş: 1972 model Mustang arabanız vardı. Hala duruyor mu?
Serdar Gökhan: 1972 değil 1969 model kırmızı bir Ford Mustang’ dı. Hayır durmuyor. 1976 senesinde sattım.
Serdar Gökhan’a TEŞEKKÜRLER.
Serdar Gökhan: Filmlerimin büyük bir çoğunluğunu fiziki yapıma uygun olarak Tarihi ve avantür filmleri olarak gerçekleştirdim. 1976 yılında film sektöründe seks furyası başlaması üzerine evlenerek bu tür filmlerden uzak kaldım. Seçici davranarak az ve öz film yaptım. 1979 yılında ‘’İSTANBUL VİDEO’’ adı altında bir şirket kurarak uzun yıllar videoculuk yaptım.
1992 yılında Amerikanın Chicago kentine gittim. Orada sinema sektörünü yakından inceleme fırsatı buldum. Türkün sesini duyurabilmek için’’Chicago Turkish Radio’’ adı altında İstiklal marşımızla başlayan tamamıyla Türkçe yayın yapan bir radyo kanalı, Şehrin merkezinde Dry Cleaner ve ürettiğim yağlı boya tabloları pazarladığım bir resim galerisi açtım. 1999 yılında vatan hasretiyle ülkeme döndüm.
2004 yılında ikinci evliliğimi yaptım. Adını Alperen Serdar Gökhan koyduğum bir erkek evladı sahibi olarak 57 yaşında ilk defa babalık duygusunu tattım. Şu ana kadar 11 Televizyon dizisinde oynadım. Halen de sanatımı icra etmekte, film projesi araştırmaları ve senaryo yazımı çalışmaları yapmaktayım.
Yasa: Çizgi-roman ressamlığı yaptığınızı duymuştum. Çizgi-roman 60 lı 70 li yıllarda çok popülerdi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Bizim zamanımızda İstanbul Bab-ı Alî dediğimiz şimdiki Cağaloğlu - Nuruosmaniye denilen semt gazetelerin, mecmuaların, kitap evlerinin, tabelâcıların ve ressamların merkezi olan ünlü bir yerdi. Ben de bu ünlü yerde üç yıl tabelâ ressamlığı, dört yıl da çizgi çocuk romanları ressamlığı yaptım.
1960 yıllar vizyon teknolojinin olmadığı her şeyin elle yapıldığı dönemlerdi. Hazırladığımız her boyuttaki tahta çerçevelere yarım mm kalınlığında saç plâkalar çakar, üzerini fırça ile sürdüğümüz yağlı boya ile kaplardık. Sonrada rengarenk boyalarla yazılar yazar, amacına uygun resimler yapardık.
Doktor ve Avukat tabelâları camdan yapılırdı. Belli ölçülerde kesilen cama arka tarafından ters olarak doktor veya avukat isimleri dişi olarak yazılır sonrada bu harf boşluklarını altın varakla doldurarak tabelâyı ortaya çıkarmış olurduk. Çocuk çizgi romanlarını ise aydınger kâğıdına sayfa sayfa çizerdik. Sonra çizilen bu sayfalardan kurşun kalıplar çıkarılır baskıya giderdi.
O zamanlar şimdiki teknoloji yoktu ama her şeyin elle yapılmasının insana onur veren bir emeği ve mutluluğu vardı.
Alın yazısı: 1989 yapımı Cüneyt Arkın'la beraber başrolünü paylaştığı ' Av ' İsimli filmden sonra neden bir yapımda daha beraber olmadılar. Cüneyt Arkın'a kırgın mısınız?
Serdar Gökhan: Cüneyt beyle herhangi bir kırgınlığım yok. Sadece Av filminden sonra birlikte oynayabileceğimiz bir proje çıkmadı önümüze.
Ökkeş avgın: Dönem filmlerinde mi yoksa günümüz filmlerinde mi çalışmak daha keyifliydi?
Serdar Gökhan: Dönem filmlerinde oynamanın, günümüz filmlerinde oynamaktan daha keyifli ve daha ciddi olduğunu söyleyebilirim. Dönem filmlerinde kimliğine büründüğünüz tarihi şahsiyeti canlandırırken duyulan heyecan ve hata kabûl etmeyen sorumluluk duygusu kelimelerle ifade edilemeyen bir haz verir insana.
Sungurbey: Bir partiden milletvekili adayı oldunuz. Neden 1.2. sıradan değil de 4.5. sıradan aday oldunuz? Parti hayran kitlenize mi çok güvenmişti?
Serdar Gökhan: Milletvekilliği adaylığım sırasında beklentim 1 veya en fazla 2. sıraydı. Partinin genel başkanıyla yaptığım görüşmelerde bu doğrultudaydı. Adaylık sıralaması açıklandığında 5. sırada olduğumu görünce şoke oldum. Hemen adaylıktan çekilmek istedim. Araya giren dost ve arkadaş çevremin ısrarlı ricalarıyla “ Haydi mertlik bende kalsın. ” diyerek geri çekilmedim. Bunu onur meselesi yaparak çok büyük bir özveriyle seçim çalışmaları yaptım. Ama nasip değilmiş, kazanamadım. Sizinde tespit ettiğiniz gibi parti, hayran kitleme güvenerek beni lokomotif kullandı ve benimle beraber önümdeki dört kişinin de vekil seçileceği hesabını yaptı ama hesaplar tutmadı. Eğer bağımsız aday olarak seçimlere katılsaydım bu gün mecliste olurdum inancındayım.
Securitymen: Bildiğimiz kadarıyla Yeşilçam’ın genel eğilimine ters bir siyasal görüşe sahipsiniz. Bu durum Yeşilçam da sizin için bir dezavantaj oluşturdu mu?
Serdar Gökhan: Türk sinemasının hiç bir zaman belli bir görüşün veya belli bir eğilimin inhisarında olduğunu düşünmedim. Her sanatçı, görüşü ne olursa olsun sanatını icra etmekle yükümlüdür. Sanata reklam siyaset bulaştırılmaz. Zira sanatçı her kesimin sanatçısıdır. Eğer belli bir kesim kendi ideolojisini Yeşilçam la özdeşleştiriyor, gece barlarda sabaha kadar kadeh tokuşturarak kendilerini sinema’nın sahibi gibi görüyorlarsa yanılıyorlar demektir. Zira sinema o meslekten ekmek yiyen prodüktöründen set işçisine kadar herkesindir. Sinema sanatının sanat için, sinemamıza uluslararası etkin bir nitelik kazandırılması için yapılması tarafındanım. Belli ideolojileri empoze etmek amacıyla kullanılmasına karşıyım. Ben 45 yıldır bu mesleğin içindeyim. İnsanların görüş ve düşünce hürriyetlerine her zaman saygı duydum. Herkesin de benim görüş ve düşünce hürriyetime saygı duymasını isterim. Bu görüş farklılığını bir dezavantaj olarak hiçbir zaman görmedim. Ama görenler varsa onu bilemem.
Yakup Sancı: Sinemamız dünya sineması ile rekabet edebilir mi? Teknik, senaryo, oyuncu, yönetmen, ve maddi olarak bu gücümüz var mı?
Serdar Gökhan: Kendini ayakta tutmaya çalışan, Bir Türk Filmi karakterini özümsemeyen sinemamızın Dünya sinemasıyla rekabet edebilmesi mümkün olabilir mi ? Tekniğimiz, senaryolarımız, oyuncularımız, yönetmenlerimiz her ne kadar yetersiz olsalar da bunlar olgun hale getirilebilir. Bunun için gerekli olan tek şey para. Sinema demek görsellik demek, görsellik demek para demektir. Para olmadan sinema yapılamaz. Maalesef sinemamızın bu gücü de yok.
Yakup Sancı: Günümüz hükümeti sinemamızı dünyaya yeteri kadar anlatabiliyor mu?
Serdar Gökhan: Bu sorunuzu sadece bu günkü hükümetle özdeşleştirmek biraz haksızlık olur. Bu güne kadar geçmiş hükümetlerin hangisi sinemaya gereken önemi verip sahip çıktılar ki ?..
Yakup Sancı: Kültür bakanlığının bazı projelere verdiği destek yeterli mi? Sinemamızı dünyaya daha iyi anlatılması için neler yapılmalı?
Serdar Gökhan: Devletin Kültür bakanlığımıza sinema için ayırdığı fon yetersiz. Kültür bakanlığı ayrılan bu kısıtlı fonla sinema projelerine küçük denebilecek katkılarla destek vermeye çalışıyor. Bu yüzden de dünya sinemalarıyla boy ölçüşebilecek maliyeti yüksek projeler üretilemiyor. Türk sineması kurulduğu günden bu güne kadar hep ekonomik sorunlarla uğraşmış bu yüzdende Türk sinema sanayi bir türlü kurulamamıştır. Yapılan filmler kişisel gayretler ve büyük özverilerle ortaya çıkarılmıştır. Türk sinemasını dünyaya tanıtabilmek için devlet desteğini tam vermeli, Bir sinema kanunu çıkarılmalı, büyük iş adamlarını bu mesleğin bünyesine girmeye, film yapmaya teşvik etmeli ve Türk sineması ülkeye kazanç sağlayan bir sanayi haline getirilmelidir.
Yakup Sancı: Kültür bakanlığı bazı projelere para vererek destekliyor. Sizce, bu desteklemede filmin kalitesi ne kadar dikkate alınıyor?
Serdar Gökhan: Kültür bakanlığımız bazı projelere karınca kararınca da olsa iyi niyetle destek vermeye çalışıyor. Lâkin her destek verdiği proje sahibi kültür bakanlığımız gibi iyi niyetli çıkmıyor. Proje maliyetini yüksek göstererek sırf kültür bakanlığından aldığı destek parasıyla cebinden beş kuruş harcamadan filmi bitirenler maalesef çoğunlukta. Bu yüzden Kültür bakanlığı destek verdiği film’in başlangıcından bitimine kadar takipçisi durumunda olmak zorunda ama bu yapılmıyor. Bu takip yapılmayınca da iyi bir film yapmayı geçekten arzu eden yapımcılar mağduriyete uğruyor hakkı olan alacağı destek, başkalarının kötü emelleri uğruna heba edilmiş oluyor.
Yakup Sancı: Sinemacıların, telif hakları yasası ile alakalı neler söylemek istersiniz?
Serdar Gökhan: Sinema sektörü olan dünyanın hiçbir ülkesinde bizimki kadar haksız, manâsız, ön yargılı ve yapımcıya dönük tek taraflı bir telif kanununun olduğunu zannetmiyorum. Bir filmin yapımında karakterleri canlandıran oyuncular olmasa o film yapılabilir mi ?.. Tabi ki yapılamaz. O halde filmin yapımcısı yasayla korunduğu kadar oyuncularının da korunması gerekmez mi ?.. Bizler yıllardır sanat adına topluma hizmet ediyor ve bir yerde amme görevi yerine getiriyoruz. O halde bizim de haklarımızın korunması en doğal hakkımız. Ama telif eserleri kanunumuzda sanatçıları direkt olarak koruyan bir madde yok. Yıllardır yaptığımız filmler televizyonlarda defalarca oynadığı halde bizlere tek bir kuruş ödenmiyor. Para tamamıyla filmi elinde bulunduranlara gidiyor. Yapımcı adına haksız bir kazanç elde ediyorlar. Yapımcı adına diyorum zira piyasada kanaldan kanala dolaşan binlerce filmin büyük bir çoğunluğunun gerçek sahipleri bu gün filmi elinde bulunduranlar değil. Türk sinemasının darboğaza düştüğü 80 li yılların başında zor durumda kalan bazı yapımcılar ellerindeki filmleri box office satmak zorunda kaldılar. Bazı parası olan açıkgözlerde bu filmleri çok düşük fiyatlarla topladılar. Bu günde bu filmleri kanallara satarak veya kiraya vererek para kazanmaktadırlar. Hem de o filmlere emeği geçenlere beş kuruş ödemeden…
Hükümetin telif eserleri kanununu yeniden eline alıp adil bir şekilde yeniden düzenlemesini, işçi statüsünde emekli olup 550 – 600 T.L emekli maaşı alan sanatçılar olarak hiç olmazsa telif haklarımızın korunmasını, AB ye uyum sağlamaya çalışan bir hükümet olarak sanatçıların durumlarını da göz önünde bulundurmalarını ve sanatçılarına sahip çıkmalarını bekliyoruz.
Yakup Sancı: Kendi filmlerinizi izlerken, bu sahnede şöyle oynasaydım daha iyi olurdu, dediğiniz oluyor mu?
Serdar Gökhan: Tabi ki oluyor. Ben kendi vizyondakiler seyrederken hep kendimi eleştirir, şu sahnede keşke şöyle oynasaydım diye pişmanlık duyarım.
Yakup Sancı: Bir gün sinemamızın dünya sinemasına damgasını vuracağına inanıyor musunuz?
Serdar Gökhan: İnanmıyorum.
Yakup Sancı: Serdar Gökhan ne tür filmler izler?
Serdar Gökhan: Cıvık komedi, seks içeren ve ağır aşk filmlerinin haricinde her türlü filmi izlerim. Belgesel, Gerilim ve tarihi filmler diğerlerine göre daha ağırlık kazanır.
Ahmet45: Dünyaya bir daha gelseydiniz yine oyuncu mu olmak isterdiniz?
Serdar Gökhan: İsterdim ama sanatçısına değer veren, sanatçısına sahip çıkan ve sanatçı haklarını koruyan başka bir ülkede…
Süperhero: Yeni dönemde, içinde olacağınız bir proje var mı?
Serdar Gökhan: Yıllardır kendi hazırladığım ve senaryolarını kendi yazdığım projelerim var. Yüksek maliyetli bu projelerimi hayata geçirebilmek için gerekli finans kaynaklarını oluşturmaya çalışıyorum.
Leventtamer: sinema dışında bir işle uğraşıyor musunuz?
Serdar Gökhan: Hayır.
Kaya Erdaş: 1972 model Mustang arabanız vardı. Hala duruyor mu?
Serdar Gökhan: 1972 değil 1969 model kırmızı bir Ford Mustang’ dı. Hayır durmuyor. 1976 senesinde sattım.
Serdar Gökhan’a TEŞEKKÜRLER.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)